-->

Ömer Salİh Gül

I am Writer

BİR MÜHENDİS ÖYKÜSÜ

Merhaba ben Ömer. Ben 1998 doğumluyum. Çocukluğuma dair tek hatırladığım şey çok mutlu olduğum günlerdi. Yani şöyle açıklayacak olursam eğer ben aile arasındaki ilişkileri çok severim, çocukluk dönemimde ise bu daha fazlaydı. Amcamlar, teyzemler felan pikniğe giderdik. Parkta o kadar çok eğlenirdim ki size anlatamam. Şimdi zamane çocuklarına bakacak olursak eline telefon veya tablet verince mutlu olabiliyorlar. Yav ben oyuncağım yok diye kumandadan otobus eski tuşlu telefonlardan taksi yapan birisiydim. Bizim çocukluğumuz bu kadar güzel geçmişken onlar nasıl böyle güzel günlerini yaşayamıyor diye kendi içimde sorguluyorum. Çocukluğuma ait güzel anılardan biriside sokak çocukluğu ve arkadaşlığıydı. Hiç unutmam o uçurtma uçurduğumuz günleri. Abim uçurup uçurtmanın ipini bana verdiğinde o kadar heyecanlanırdım ki sizlere anlatamam. Ben ailemden uzakta yaşamaya lisede başladım. Bir şeyler başarıp iyi yerlere gelmeyi istiyordum. Lisede bir sürü güzel işler yaptığıma inanıyorum. Ve şimdi Kırklareli’de Mühendislik okuyorum.

  • Kağıthane/İstanbul
  • 0541456xxxx
  • omersalihgul@gmail.com
  • https://omersalihgul.wordpress.com/
Me

Profesyonel Becerilerim

Kişisel ilgi alanlarımda kendimi geliştirmek için yaptığım istatistikler aşağıdadır.

Web Tasarımı 60%
Web Geliştirme 70%
Autocad 70%
Wordpress 60%
C++ 50%
Matlab 60%

Fotoğrafçılık

Fotoğraf çekmek her şeyden önce bir sanattır çünkü görülen bileşenlerin sanatsal olarak kalıcı birer objeye dönüşmesini sağlar. Bende bu alanda kurs alarak kendimi geliştirdim.

Şiir

Duygu, çağrışım ve izlenimlerin dizeler halinde dile getirildiği söz sanatıdır şiir. Tanımı üzerine konuşacak olursam tüm duygularımı sanatsal bir şekilde kağıda dökebildiğim şey.

Web Tasarım

Web grafik tasarımı, grafik tasarım alanı ile yakın ilişkili bir konu olarak ele alınabilir ama kendi içerisinde ayrı bir dal olarak çok geniş bir alanı işgal etmektedir.

Bir Şeyler Yazmak

Düz yazı üzerine yazılan hikayeler, romanlar..

Film

Kısa videolar çekerek onları bir film haline dönüştürmek. Emeğinizin karşılığını görmek çok güzel.

Sosyal Medya

Sosyal Medyada ki gelişmelerden haberdar olmak için ilgi alanlarıma sosyal medyayı da ekleyeyim. :)

0
Web Tasarım
0
Web Sayfası
0
facebook like
0
aktif projeler
  • Sonsuzluk yurdunun talimi

    İnsanlık tarihinin en eski sorularından biri şüphesiz; “Ben neden varım?” sorusudur. Varlık sebebini sorgulayan insan, hayatını anlamlı kılmak üzere çeşitli eylemler geliştirir. Eylemsizlik, anlamsızlık anlamına geleceği için insanın hayatını devam ettirmesinin gereği kalmayacak ve pek çok ruhsal problemle beraber intihar dahi kaçınılmaz olacaktır. Modern dünyadaki uyuşturucu, alkol, anarşi, terör, fuhuş gibi gayrı ahlaki olayların altında yatan sebeplerden biri ve belki de en güçlüsü bireylerin varlıklarını anlamlandırmada yaşadıkları zorluklardır.

    İnsan, kendi kendine var olmamıştır, bir tesadüf eseri de değildir. Bu nedenle insanın varlığının anlamını kendi kendine ya da tesadüfen bulmasını beklemek mantık dışıdır. İnsan, “ne olduğu” sorusunun ardından sorar “neden var olduğu” sorusunu. Din ve felsefe insanı farklı tanımlasa da ruh ve beden bütünleşmesini her ikisi de kabul eder. Bunlardan birini diğerine üstün tutan dini ve felsefi görüşler insanın dünyaya karşı tutumunu kendi bakışları itibariyle izah etmeye çalışırlar. Bu izahlara göre insan bedeni ihtiyaç ve isteklerini doyurmak zorunda olan düşünen bir hayvandan ruhi derinliğini tatmin etmek zorunda olan şerefli bir varlığa kadar geniş bir zeminde kendine yer bulur. Bu iki zıt görüşü dengelemeye çalışan tanımlamalar da vardır.

    İslam; son, esas ve tek din olması itibariyle insanı nasıl tanımladığı ve insanın varlık sebebi hakkında neler söylediği bizim için esas ölçüttür. İnsan, Cenab-ı Hakk karşısında kul yani “abd” olarak, varlık sebebi de Allah’a kulluk yani “ibadet” olarak açıklanmıştır. Bu tanımlama akli bir tanımlama olması dolayısıyla gönül ehli olanlar için eksiktir. Çünkü yaradılışın sırrı olarak izah edilen ”aşk” bu tanımların dışındadır. Peygamber Efendimizin (sav) kendisine islam’ın şartlarını soran ve “Bunları yaparım ancak fazlası yapmam” diyerek huzurundan ayrılan bir bedevi için mecliste bulunan ashabına “Eğer doğru söylüyorsa kurtuldu gitti, cennetlik bir kul görmek isteyen bu adama baksın” şeklinde buyurduğu hadis ravilerince rivayet edilir. Bununla beraber Efendimizin (sav); “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe (kamil manada) iman etmiş olmazsınız." buyurduğu bilinir. Peki, bu iki hadisin de doğruluğunu kanıtlayan prensip nedir? Kişi bildiğinden mesuldür. Zümer suresinin; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” mealindeki ayeti kul ile Allah arasındaki ilişkiyi belirleyen esas ölçünün ilim olduğunu ortaya koyuyor. Peygamber Efendimiz gerek icraatlarında gerekse beyanlarında ilmin önemini göstermiş, İslam’ın hâkim olduğu yüzlerce yıl boyunca pek çok bilimsel gelişme yaşanmış ve nihayet Avrupa’da Rönesans ve reform hareketlerinin tetikleyicisi olmuştur.

    İlmin kaynağı şüphesiz Allah’tır. İlmi talep eden herkes nasibince öğrenir. Kitaptan ve mektepten öğrenilen ilmin yanında bir de Cenab-ı Hakk’ın gönüllere bahşettiği sır vardır ki “irfan” sözcüğü bu sır için kullanılır. Kâinatın yaradılış sırrı aşktır dedik. Aşk, kitaplardan okuyarak öğrenilecek bir bilgi olmayıp ancak kalbe ilham edilebilir. “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, kâinatı yarattım.” mealindeki hadis-i şerif Cenab-ı Hakk’ın kendi sırrına erilmesini arzu ettiğini ifade eder. Yine Ahzab suresinde; “Biz emaneti göklere, yer küreye ve dağlara teklif ettik ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi, şüphesiz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” mealindeki ayet de insana yüklenen bu sırra işaret eder. İnsanın bu cehaleti Allah’ın ilk emri olan “Oku” ayetini de izah eder. Bakara suresinde; “Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” buyrulur. Ayet ve hadislerde çok defa Allah’ın ilmi ve kudreti karşısında insanın acziyeti vurgulanır. İşte bu acziyetin teslimiyete dönüşmesi ve yaradılıştaki sırrın hayranlıkla temaşası ve şükür, tasavvufun çıkış noktaları olmuştur.

    Tasavvuf ve sufi kelimeleri Kur’an ve hadislerde yer almamakla birlikte Peygamber Efendimiz ve sahabeler döneminde hatta tabiin döneminde de tasavvuflar yoktur. Prof. Dr. Kadir Özköse, bu durumu izah ederken; Peygamber Efendimizin sohbetinde bulunmuş kişilerin bu lezzetin haricinde bir arayışa girmediklerini, tabiin diye ifade edilen sahabelerin sohbetlerinden nasiplenenlerin de tasavvufa ihtiyaç duymadıklarını ancak daha sonraki yıllarda gerek Müslümanların ekonomik olarak refaha kavuşmaları gerekse dünyalık telaşlarının artması gibi nedenlerle Allah sevgisinin sırrına ermek isteyenlerin tasavvuf yoluna girdiklerini söyler.

    Tasavvuf, pozitif bir bilim ya da disiplin olmadığı için tek geçerli tanımını yapmak mümkün değildir. Her mutasavvıf fıtratına ve derecesine göre farklı tanımlar yapmıştır. Hocamız; Seyyid Hüseyin Nasr'ın Modern Dünya’da Geleneksel İslam kitabından alıntıladığı “Tasavvuf insan gönlünün İlahi tecellilere mazhar olmasını hedefler. Bu sebeple talimden (öğretim) çok terbiyeyi (eğitim) benimsemiştir.” sözleriyle tasavvufun bir öğrenme sürecinden öte eğitme ve yaşama süreci olduğunu vurgular. Hocamızın işaret ettiği bir diğer ayet, Bakara suresinde yer alan; “Allah’tan korkun, Allah size öğretsin.” mealindeki ayettir. Bu ayetten de anlaşılacağı üzere tasavvufta bilginin en önemli kaynağı Kur’an’dır. Ayrıca hadis ve sünnetler de tasavvufi bilginin dayanak noktalarını oluşturur. “Ölüm gelip çatmadan evvel, şehvani ve nefsani hislerinizi terk etmek suretiyle bir nevi ölünüz.” mealindeki hadis gereğince mutasavvıflar “ölmeden evvel ölmek” düsturunu benimsemişlerdir. “Eline, beline, diline sahip ol” öğüdü Bektaşî dervişleri başta olmak üzere pek çok sufinin şiarı olmuştur. Tasavvuf; dervişlerin dünyadan el ayak çekmemesi ve halka hizmeti Hakk’a hizmet sayarak bir meslek icra etmesi, üretime katılması nefsini öldürmeyip Hakk’ın razı olacağı işlere yönlendirmesi gibi özellikleri bakımından Hristiyanlıktaki ruhban sınıfından ayrılır.

    Hocamız tasavvufi ahlak ile ilgili Muhammed b. Ali Kessab’ın “Tasavvuf şerefli bir zamanda, şerefli bir insandan, şerefli bir toplulukla bulunurken zuhur eden şerefli huylardır.” tanımını veriyor ki mürit ve mürşit arasındaki ilişkiyi de ifade ediyor. Hucurat suresinde yer alan “Bedeviler iman ettik, derler. Sen onlara şöyle de: hayır iman etmediniz. Siz ancak Müslüman olduk, İslam dairesine girdik, deyin. Çünkü iman henüz kalplerinize girmemiştir.” mealindeki ayet imanın esas lezzetinin gönül yoluyla alınabileceğini de ifade eder. İşte mürşit gönül sohbetleri ve tarikat adabınca dervişlerin nefis terbiyelerini tamamlarken onların gönüllerini de ihya ederek imanın lezzetine varmalarını sağlar. Elbette her insanın fıtratı ve gönül zenginliği farklıdır. Bu da tasavvuftaki derecelerinin farklı olmasını sağlar.

    Tasavvufta en merak edilen konulardan biri de keramettir. Gönül gözü açık bir Allah dostunun, Allah’ın bir ikramı olarak zor işleri kolaylaştırmasına keramet denir. Tarikata yeni girmiş olan dervişlerin şevklerini artırması bakımından önemli bir işlevi olan kerameti tasavvuf ehli pek önemsemez hatta nefsin hoşuna gitmesi sebebiyle şeytanın hilesi olabileceğinden keramete karşı mesafeli dururlar. Esas kerametin hizmet ve ibadet olduğunu belirtirler. Bununla beraber pek çok derviş kendi şeyhinde gördüğü halleri kerametle izah etmeyi sever.

    Şeyh uçmazsa kerametle eğer / mürid uçurur ta be-kamer” beyti de bu durumu izah eder.

    Seyahat, tasavvufun önemli bir unsurudur. “Gurbet olmadan kurbet olmaz” düsturunca dervişler önce kendilerini masivaya bağlayan bütün sevdiklerinden uzaklaşarak Allah'a yakınlaşmayı hedeflemişlerdir. “Bir milletin efendisi o millete hizmet edendir.” hadisindeki müjde sufilerin kendilerini halkın hizmetine sunmalarına yeter de artar bile. Sufiler, İlahi aşkı ve yaratılana sevgiyi hayatlarının merkezine koymuşlardır. Yunus’un; “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” sözleri ile “Dövene elsiz gerek / sövene dilsiz gerek / derviş gönülsüz gerek / sen derviş olamazsın” dörtlüğünde dervişin gönlünde Allah sevgisi ve Allah korkusundan başka dünyalık bir sevgi ve nefrete de yer yoktur.

    Tasavvuf ehli esas bilginin ancak gönle ilham edilebileceğini düşünürken kitabi bilgiye sırt çevirmez. Kaldı ki kelam yoluyla edinilen bilgilerin üstüne ilham edilen bilgilerle mertebelerin yükseleceğini ifade ederler. Anadolu’da “Bir şeyi kırk defa söylersen gerçek olur” diye bir söz vardır. Dil ile tekrar edilenler zamanla gönülden söylenmeye başlanır ve gönülden istenen şey de Allah’ın inayetiyle gerçek olur. Dervişlerin dillerindeki virdler de onların mertebelerini artırmak için tekrar ettikleri dualardır.

    Hasılı, sufiler Allah’ın vaadi, Peygamber Efendimizin müjdesi olan sonsuzluk yurdunun talimini bu dünyada yapmış gül yaprağından hafif, pamuktan yumuşak insanlardır. Erdem Beyazıt’ın ifadesiyle;


    Ölümsüzlüğü tattık
    Bize ne yapsın ölüm.

    Erhan Çamurcu
    erhan.hoca.55@hotmail.com
  • ZARFLAR (BELİRTEÇLER)

    Zarf (Belirteç) Nedir?


     Fiillerin veya fiilimsilerin anlamlarını durum, zaman, miktar, yer-yön ve soru bakımlarından belirten kelimelere
    "zarf" (belirteç) denir.
    Asıl görevleri eylemleri yer, yön, durum, miktar, soru yönlerinden nitelemektir.

    *İki gün önce seni aramıştı. (zaman) 
    *Geridönmeyiniz. (yer-yön) 
    *Onlardan kolay kurtuldu. (durum) 
    *Derslerine az çalışıyorsun. (azlık-çokluk) 
    *Bu acıya yürek nasıl dayansın? (soru)

    Zarflar beş başlık altında incelenir.


    Zarf çeşitleri:


    1.DURUM (HÂL) ZARFLARI:  
    Fiilleri veya fiilimsileri, nitelik, sebep, kesinlik, olasılık, yineleme, yaklaşıklık gibi anlamlarla belirten zarflardır.  
    Eyleme sorulan “nasıl, ne şekilde” sorularının yanıtıdır. 
    Eylemin nasıl yapıldığını ve ne durumda olduğunu belirtir.
    *Aynaya bakıp katıla katıla güldü. 
    *Çocuk bize böyle anlattı. 
    *Aptalcakonuşma, kızarım! 
    *Koşarakyanımızan uzaklaştı.

    2.ZAMAN ZARFLARI:
    Eylemin zamanını belirtirler. 
    Eyleme sorulan “ne zaman, ne zamandan beri,ne zamana kadar ” sorularının yanıtıdır. 
    Eylemin zamanını sınırlandırırlar.

    *Akşam bize geldiler.
    *İşim henüzbitmedi. 
    *Bu sorunu sonrakonuşuruz. 
    *Eskidenburalara gelirdik.
    *Ödevlerimi daha yapmadım.

     UYARI: Bazı zaman anlamlı sözcükler belirtme durum ekini alırsa adlaşırlar.

     Ne sabahı göreyim,ne sabah görüneyim. (Altı çizili sözcük artık isimdir)



    Eylemlerin, sıfatların veya görevce kendisine benzeyen sözcüklerin (zarfların) miktarını, derecesini, ölçüsünü belirtirler. Miktarlarını kısar, sınırlar, arttırır.  Eyleme, sıfata veya zarfa sorulan “ne kadar” sorusunun yanıtıdır.
     
    *Bu sınava daha çok çalışmalısınız.
    *Koşmayı çokseviyorum.
    *Biraz daha sabret.
    *İki metre kadar atladı.

    Sıfatlarda sıfatın önüne gelerek sıfatın azlık-çokluğunu, derecesini belirtir.


    *Tüy kadar hafif çocuk. (eşitlik)
    *Çok güzel insan. (aşırılık)
    *Pek güzel insan. (aşırılık)
    *Daha çok, pek çok güzel insan. (aşırılık)
    *En sevimli hayvan. (en üstünlük)



    UYARI:Bazı nicelik zarflarını sayı sıfatları ile karıştırmamak gerekir.
    *Çok insan bu işin peşinde.

    UYARI: “Daha” sözcüğü bir fiilin önünde olduğunda zaman zarfı, kendi gibi zarf olan bir sözcüğün önünde olduğunda ölçü-miktar zarfı olur.
     
    *Daha iyi bir insanı bulabilmek için daha evlenmemiş. (İlki ölçü-miktar zarfı, ikincisi zaman zarfı)



    4.YER-YÖN ZARFLARI:

    Eylemin yerini yönünü belirtirler.Genelde kullanılanlar: “yukarı, aşağı, ileri, geri, içeri, dışarı, öte, beri…”
    Fiile ya da fiilimsiye sorulan "ne yöne, nereye" sorularının cevabıdır.

     *Bir anda ileri atıldı.
    *Öte git.
    *İçeribuyurun.
    *Geriçekilin.

    Yer-Yön bildiren zarflar ismin hâl eklerini veya herhangi bir çekim ekini almaz.Bu eklerden birini aldığı takdirde ya başka bir zarf çeşidi olur ya da isimleşir.

    * Bu konuyu ileride konuşuruz. ( Yer-Yön zarfı olan "ileri" kelimesi hâl eki alarak zaman zarfı olmuştur.)
    * Dışarıda bir gütrültü hasıl oldu. ( Burada ise yer-yön zarfı olan "dışarı" kelimesi hâl eki alarak isme dönüşmüştür.)


    UYARI:Bazı yer-yön zarflarını işaret sıfatları ile karıştırmamak gerekir.
    *Aşağı mahalleyle yarın maçımız var. 
     

    5.SORU ZARFLARI:

    Eylemleri soru yoluyla belirten ve gördüğümüz diğer zarfları buldurmaya yarayan sözcüklerdir.Soru eyleme sorulur.
    *Buraya nasıl gelebildin?
    *Niçinbüyüklerini dinlemiyorsun?
    *Babanlar ne zaman geri dönecek?



    UYARI: “Ne” soru sözcüğü cümle içinde soru sıfatı ve soru zamiri olarak kullanılacağı gibi soru zarfı da olabilir.
     
    *O karanlık evin içinde ne gördün?(Zamir)
    *Hiçbir şey olmamış gibi ne gülüyorsun?(Zarf)
    *Seninle ne konuda konuşacakmış?(Sıfat)


    ZARFLAR İLE İLGİLİ UYARILAR
     
    -Türkçede kesinlik anlamı taşıyan “şüphesiz, elbette, mutlaka, asla, kuşkusuz” gibi sözcükler, bu anlamlarla eylemi pekiştirdiğinde kesinlik zarfı oluşturur.
     
    Örnek: 
    Doğacaktır, elbet sana vadettiği günler Hakk’ın.
    Bana bir daha asla böyle bakma!
    Şüphesiz bütün konuşulanları anlıyor.
     
     
    -Fiil ve fiillere tekrar anlamı veren, onların yinelendiğini gösteren “tekrar, bir daha, gene, sık sık, çoğu kez, arada bir, bazen, yine” gibi sözcükler cümlede yineleme zarfı olur.
     
    Örnek:
    Bu konuyu tekrar anlatmalıyız.
    Kar yine her yeri beyaza bürüdü.
    Çocuk ikidebir olmadık şeyler istiyordu.
     
     
    -Fiile olasılık anlamı katan “belki, herhalde..” sözcükleri cümlede olasılık zarfı olur.
     
    Örnek:
    Belki yarın, belki de yarından sonra gelir.
    Herhalde bizi hiç dinlemedin.
     
     
    -Fiilii zaman ve nicelik yönünden sınırlayan “artık, ancak, yalnız” sözcükleri sınırlama zarfı adını alır.
     
    Örnek:
    Artık bu işlerle uğraşamıyorum.
    Bu işi ancak on gün sonra bitirebilirim.
    Beni yalnız o anladı.
     
     
    -Genellikle bir soruya karşılık olarak kullanılan “evet, hayır” sözcükleri onaylama zarfı adını alır.
     
    Örnek:
    -  Benimle gelir misin?
    -  Evet.

    -  Bu sınava sen de girecek misin?
    -  Hayır.



  • Hakk'ın feyzi ansızın gelir, lakin uyanık bir kalbe gelir

    "Mürşid-i kâmil ve tabib-i rûhânîye ihtiyaç sabittir. Rehbersiz sülûk-ı tarik müteazzirdir [yola çıkmak zordur]."

    Okuyucular ve yolcular birbirlerine çok benzerler. Ancak bir yanılgıları vardır ki okudukları kitapları  ya da gittikleri yerleri kendilerinin seçtiklerini zannederler. Oysa her şey bir tercihten ibaret değildir. Kalpten kalbe olan yollar -ki bu yolların en güzeli muhabettir- görünmez. Ansızın oluverir. Bazen bir kitap bizi bekler mesela, asırlar evvel Hakk'a göçmüş bir zât-ı muhteremin beklediği gibi. Çağırmak da denebilir buna. O hâlde kimi kitapların ve kimi insanların bizi esaslı bir muhabbete çağırdığını söyleyebilir miyiz? Bal gibi de söyleriz.

    Dokuz Risâle'yi çıkar çıkmaz alıp kitaplığıma koymuştum. O güne dair aklımda kalan samimi bir tebessümdür. Zira İstanbul'u avucunun içi gibi bildiğini zanneden biz teknoloji çağı insanları çoğu zaman burnunun ucunu göremeyiz. Senelerce gitmeye niyet ederiz de gidemeyiz mesela bir mekâna yahut mezarlığa. İşte, Zeyrek’teki Pîrî Paşa (Soğukkuyu) Camii Kabristanı'nda sırlı Mehmed Emin-i Tokadî de ziyaretçisini 'gezdiren' büyüklerden. Hemen öyle 'arayan bulur' demeyin. Hayatı boyunca neler aramış da hiçbir şeyi bulamamış kimler gelip geçti bu diyardan. Bazı şeyler bırakın kolay bulunmayı, kolay aranmıyor bile artık. Kabristana girdiğinizde hazretin mezar taşı hafif tepelikte, güzelce korunan bir biçimde size güven verir. Gözlere ve gönüllere hoşluk verecek güzellikte bir mezar taşı vardır. Kâtibzâde Mehmed Refî'nin ta'lik hatla yazdığı kitabede, Tokadî Hazretlerinin medar-ı iftiharı dervişlerinden -yedi yıl hizmetinde bulunmuş ve kendisinden tarikat hilâfeti ile hadis icâzeti almıştır- Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi’nin tarih düştüğü şu beyit yazar: "Peyk-i vahdet sırr-ı pâkinden okur târîhini / Oldu lâhûta revan Allah deyip rûh-ı Emîn."

    İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ının Müstakimzâde Süleyman tarafından Türkçe’ye tercümesini sağlayan Mehmed Emin-i Tokadî (v.1745) İstanbul Nakşibendî-Müceddidîliği’nin 18. yüzyıldaki en önemli temsilcisidir. Dokuz Risâle içinde yer alan bölümlerden Hâl Tercümesi'yle birlikte söz konusu kitap bir bütün olarak, hazreti yakından tanımak için oldukça önemlidir. Kitabı hazırlayan Hasan Şahin Aktaş'ın ismini daha evvel başka bir kitapla aklıma kazımıştım. Zira adını daha önce hiç duymadığım fakat tanıdıkça zevk dolu şaşkınlıklar yaşadığım Kitapsız Mustafa Efendi'yi Aktaş'ın vesilesiyle öğrenmiştim. Buraya bir not düşmekte fayda var: Sâliklerin Maksatları (Maksadu's-Sâlikîn) nefis bir kitaptır. Hâcegân yolunu, Kitapsız Mustafa Efendi ile halifelerinin hayatlarını ve dolayısıyla Bayburt çevresinden Anadolu'ya yayılan güzide tasavvuf bahçelerinden bir deste güldür.

    Dokuz Risâle, adından da anlaşıldığı gibi içinde birkaç risâleyi barındırıyor. Terceme-i Hâl'de Tokadî Hazretlerinin hocalarına, tasavvufa intisabına, tekke şeyhliğine ve türlü vasıflarına dair bilgiler ediniyoruz. Burada beni şaşırtan iki bilgiyi paylaşmaktan memnuniyet duyacağım zira tasavvuf çevreleri hâlâ mûsıkînin haram olup olmadığını tartışırlarken bakalım bu yolun büyükleri nelere talip olmuşlar.

    "Yazısı güzel olduğu hâlde meşhur hattat Yedikuleli Abdullah Efendi'nin yazısına âşık olup çalışarak ondan yazı dersi aldığından yazı sıfat-ı nefîsesinde de şöhret kazandı. Sesi güzel olduğundan bazı mûsıkî üstadlarından makâmât öğrendi. Kimi vakit Şehzâde Camii'nde bazı kimselere Hâfız Divanı okuttu."

    "Sultan Mustafa Han'ın Edirne'ye gelmeleri üzerine Kesedâr Ali Efendi'nin oraya gitmesi icâb etti. Emîn Efendi de beraberinde Edirne'de mûsıkî üstâdlarından Hâfız Post, meşhur Itrî Çelebî ve Nazîm Çelebi ile büyük sohbetler eyledi.
    "

    Bir yandan Hâfız-ı Şîrâzî'nin Dîvân'ı diğer yandan büyük bestekârlarımız Hâfız Post ile Buhûrîzâde Itrî'nin mûsıkî meşkleri... Hazretin hayatında sanatın epeyce yeri olduğunu okuyabiliyoruz sayfalar boyunca. Şiirle de araları pek iyiymiş ki Nakşibendiyye'ye intisâb ettikten sonra şu beyitleri inşâd buyurmuşlar:

    Men sâlik-i râh-ı ittikâ'yı dînem
    Pâ beste-i în silsile-i zerrînem

    Yâ Rabb ber-hemân zi-kayd-ı hestî vu hodî
    Ez feyz-i Ebu Bekri Bahâeddîn'em

    Hoş ân ki demî biyâr be-nişînem
    Ve ravza-i Hâcegân gül-hâ-çînem

    Gam nist Emîn eger mecnûn gûyend
    Men bende-i dîvâne-i Bahâeddin'em

    (Ben dinin takva yolunun yolcusuyum, bu altın silsileye bağlıyım. Ya Rab! Hz. Ebubekir ve Şah-ı Nakşbend'in feyzine mensubum, beni hemencik benlik ve varlık kaydından kurtar. Bize bu demin esintisini getir ki oturmuş, Hâcegân bahçesinin güllerini derliyorum. Ey Emin! Deli deseler de gam değil. Çünkü ben Bahaeddin'in divane bir bendesiyim.)

    Malumunuz, hazretin mezarı her daim 'dua makamı' olarak kabul edilmiştir. Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Murâd Buhârî (v. 1720) ve Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Abdülfettâh el-Akrî (v. 1864) ile birlikte "İstanbul'un üç büyük evliyası" arasında gösterilen Mehmed Emin-i Tokadî'nin kabrinin neden dua makamı olduğuna dair şu bilgiler mevcut:

    "Hazret-i Şeyh hâl-i hayatında o mezarlık önünden her ne vakit geçse orada bulunan mürşidlere Fatiha okur, bir zaman dahi teveccüh eder, yanından bulunanlara "Bu makamda her vakit böyle teveccüh edip Hakk Teâlâ'dan yardım isteyiniz" diye tavsiyelerde bulunurdu. "Bu merkadda birçok nurlar görünmektedir. Bildiğim çoktur lakin söylememek evladır" sözlerini havi zuhurat olduğu hiss olunmakta idiyse de Şeyh Efendi bundan ziyade ifşaatta bulunmazlardı. Bu gizli sırrın hikmeti ki vefatlarında bu makama defnolunacaklarmış. Bu makamda edilen dua makbul olacakmış."

    Hazretin vasıflarına dair bilgileri okurken evvela hâlini ve şânını halktan gizleme konusunda son derece dikkatli olduklarını görüyoruz. Dervişlerine dahi bunu nasihat ederlermiş. Kendilerine mürşid muamelesi yapılmasını men etmişler. Daima hoca-talebe ilişkisini uygun bulurlarmış. Sohbetleri herkesin kabını farklı ölçüde doldurup ziyadesiyle külfetsizmiş. Onu dinleyenler dünya dertlerinden uzaklaşır ve gönülleri ferahlık bulurmuş. Eğer sohbeti dinleyenlerden biri "Efendim, kalbimden geçenleri bildiniz, keramet gösterdiniz" gibi bir söz söylerse hazret onu derhal "Ben aciz bir kulum" diyerek cemiyetinden uzaklaştırırmış. Bu sebeple dervişleri dikkat ve rikkat sahibiymiş. Sokakta dervişlerinden birine tesadüf ederse elini öptürmezmiş. Eğer tazim görürlerse celallenirlermiş. Kalp tasarrufu konusunda geniş bilgiye sahiplermiş: "Bir adamı bir mecliste bir an kendilerine hüsn-i zan sahibi âşık ederlerdi. Yine o mecliste o adamı ettiği hüsn-i zan ve muhabbetle tövbe ve istiğfar edici kılardı. Bu gibi acayip tasarrufları çok olup bu hâllerden zevk duyarlardı."

    1743-44 tarihinde Şeyhülislam Mustafa Efendi tarafından vazifeli bulunmayan Emîr Buharî zaviyesi şeyhliği Mehmed Emin-i Tokadî'ye verilmiş. Hazret derhal şeyhülislama varıp "Malûm-ı devletinizdir ki bu fakir, meşihat erbabından değilim. İnayet buyurun. Benim şeyhe benzer bir kıyafetim var mı? Namüstehakka tevcih buyurulmuş. Bir mirasçı olursa onu ihsan buyurun" diye özür dilese de şeyhülislam "Emin Efendi biraderim, biz sizi biliyoruz. Ömrümüz pek kısaldı. Hâlâ kendinizi gizlemek kaydında oluyorsunuz. Mızrak çuvala sığmaz. Siz kendinizi gizlemek menzilini geçeli otuz sene oldu. Özrünüzde fayda yok. Tevcih padişahındır. Kabule mecbursunuz. Kabul etmezseniz emr-i şahaneye itaatsizlik manası anlaşılır. Bunu siz yapmazsınız" buyurmuşlar. Hazret de tekkede oturmayı kabul etmeden göreve uymuş. Senede bir kere tekkede okutulacak mevlüd gecesinde bile yerinde duramaz, bir an evvel evine geçmek istermiş. Etraftan şanını duyup da tekkeye akın eden halk içindeki abartılı yüceltmeler karşısında "Bu herifler bizi deccale döndürdü" derlermiş. Vefatlarından az evvel dervişlerine verdiği öğütlerden biri ise şöyledir: "Tekyemiz var diye bizi tekyeye defnederek üzerimize yüksek bir sanduka, başımız ucuna mum koymayın. Toprak silmeye, sarık sarmaya yarar. Kendisine kötülük eden Cabaz yumurtacısı gibi beni dilenci etmeyin. Gariblerin kabri arasına koyun ki saadet sahibi kimseye komşu olayım da necâtıma bais olsun. Sizin şu ikram ve ihtiram diye birbirinize yaptığınız ihaneti bilseniz, birbirinize rastladığınız zaman aslandan kaçar gibi kaçardınız. Tazîm ve tekrîm ettiğiniz dertli adamın kibir ve gururunu, kendini beğenmesini tahrik etmekten başka faidesi yoktur."

    Kitabın devamında tevhîd risâlesi, suâller ve cevaplar risalesi -ki eski dönemlerin dervişlerinin sorduğu sorular şuurun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor-, rûhiyye risâlesi, dervişleri koruma risâlesi, sâlikleri irşâd risâlesi, zikir ta'lîmi risâlesi, nakşbendî tarîkatının kaideleri risâlesi ve vasiyetnâme yer alıyor. Dokuz Risâle'nin sonunda ise Mehmed Emin Efendi'nin manzûmeleri bulunuyor.

    "Hakikat yolcusu için yolun âdâb ve erkânı uyulması gereken kuralları, tutulması gereken töreyi ifade eder. İ'tikâd, âdâb ve erkân kitapları marifete ulaşmanın ilke ve yöntemlerini anlatır, sâliki ihsana hazırlar. Bu ma'nâ kalıpları araç olarak görüldüğünde hâl ve makâma ulaşmayı kolaylaştırdığı gibi amaç hâline getirildiğinde yolculuğu zorlaştırıp horlaştıran unsurlara dönüşebilmektedir. Bu imkân atlası ancak kâmil kılavuzların elinde irfan ve ihsanın araçları olabilir." diyor Hasan Şahin Aktaş, takdim metninde. Elhak doğrudur. Sadece kitap okumakla bir şey elde edilmez. Oradaki aşka varmadıktan sonra edinilen ancak kuru bir bilgidir. Kuru bilgi de belki boğazlardan geçer ama gönüllere ulaşamaz. Bundan mütevellit soru sormak, soru sorma imkânı bulmak lazım. Diğer yandan sadece bir kitap okumakla yahut sadece bir kitabı övmekle (maalesef hâlâ bazı büyüklerin kitapları için bundan başka okunacak kitap yoktur, en büyüğü budur gibi hissî sözler edilmekte) seyr edilmez. Seyr için cezbe, sohbet ve zikr olmazsa olmazdır. İşte Mehmed Emin-i Tokadî hazretleri de risâlelerinde dervişlerine ve cümle yolculara önemli nasihatler veriyor. Özellikle gece saatlerinin değerlendirilmesini, tövbenin ve kelime-i tevhid'in daima ağızda olmasını, Hâcegân'ın düstûru olan kelimât-ı kudsiyye'ye (hûş der dem, nazar ber-kadem, sefer der-vatan, halvet der-encümen, yâd-kerd, bâz-geşt, nigâh-dâşt, yâd-dâşt, vukûf-ı zamânî, vukûf-ı adedî, vukûf-ı kalbî) mutlak riayeti öğütlüyor.

    Ne gariptir ki haftalarca elim gitse de başlayamamıştım Dokuz Risâle'ye. Bir berat gecesinde başlamak nasip oldu ve henüz ilk sayfalarında öğrendim ki hazret de bir berat gecesinde Hakk'a kavuşmuş. Şükrettik, Mevlâ'dan hayretimizi artırmasını niyaz ettik. Bir güzel gariplik de şu oldu, bir vakit evvel kıymetli bir büyüğüm yaşadığımız depremlerden dolayı panik atak hadisesinden yakındığımı işitince "kaç deprem yaşadın sen?" diye sual etmişti. Fakir de saymıştım; Marmara depremi, Bolu depremi... diye. Hâlbuki doğana kadar yani yeryüzüne gelene kadar kaç deprem yaşıyoruz, kaç zelzeleden geçiyoruz öyle değil mi? Dokuz Risâle'nin soru-cevap risâlesinde bu meseleyi açan oldukça öz bir cevaba tesadüf etmem de pek hayırlı oldu. Panikle değil atakla meşgul olmak lazım. Asgaride kalmayıp azamiye çıkmak lazım. Kalp ancak öyle ateşlenir. Nakşibendî büyüklerinden mesnevîhan Hoca Hüsâmeddin-i Buharî şöyle demiştir: "Murâkabenin hakikati beklemek, yolun nihayeti de bu bekleyişin neticesidir. Bu bekleyiş aşk ve muhabbetin galeyanından doğar. Mürid için biricik kılavuz odur."

    Yola çıkmış dervişler için zikr-i kalbî, azimet ve vuslat yolları, murakabe, rabıta, nefy ü isbat, zikir vakitleri, ism-i celal zikri, sükût, açlık ve seherde uyanıklığın ehemmiyeti, uzlet gibi son derece kıymetli kavramları ve tenbihleri barındırıyor Dokuz Risâle. Daima uyanık olmayı öğütlüyor Tokadî hazretleri. "Derviş, agah olur" diyor. O hâlde şu beyitle bitirelim:

    Feyz-i Hakk nâgâh âyed
    Velî bir dil-i âgâg âyed

    (Hakk'ın feyzi ansızın gelir, lakin uyanık bir kalbe gelir.)

    Yağız Gönüler
    twitter.com/ekmekvemushaf
  • 9. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - V. Ünite Cümlenin Öğeleri, Yüklem, Özlem, Nesne, Zarf Tümleci, Dolaylı Tümleç


    V. ÜNİTE CÜMLE (TÜMCE) BİLGİSİ

    A. CÜMLENİN ÖGELERİ

    Türkçe cümlelerde dört öge bulunur:

    1. Yüklem
    2. Özne
    3. Nesne (Düz Tümleç)
    4. Tümleç

    Bu ögelerden cümlede mutlaka bulunması gereken yüklem ile öznedir. Bunlara cümlenin temel ögeleri denir. Nesne ve tümleçler cümlenin anlamını tamamlayan (tümleyen) yardımcı ögelerdir.

    1. Yüklem :

    Yüklem cümlede eylem, oluş, durum, istek, hareket bildiren dil bilgisi birliğinin görev adıdır.

    Cümlenin temel ögesidir; tek başına bile olsa cümle oluşturabilir.

    * Her sözcük ya da sözcük gurubundan yüklem yapılabilir.
    Gecenin yalnızlığında sadece seni düşünürüm. (fiil)
    Yaşadığımız günler tıpkı bir rüzgar gibiydi. (edat)
    Bu olayların suçlusu odur. (zamir)
    Sabah uyandığında gözleri ışıl ışıldı. (ikileme)
    Öğrenmenin bir yolu da okumaktır. (Fiilmsi)

    * Kelime grupları yüklem olduğunda kesinlikle bölünmemelidir.
    Çalışmak yaşamın bir parçasıdır. (Ad tamlaması)
    Odayı süsleyen şey rengarenk çiçeklerdir. (sıfat taml.)
    Konuşmalarına ister istemez kulak misafiri oldum. (deyim)

    2. Özne :

    Yüklemin bildirdiği işi, hareketi yapan veya yargının gerçekleşmesine araç olan unsura denir.

    Özneyi bulmak için yükleme kim, ne soruları sorulur.

    Yüklemi isim olan cümlelerde ise olan kim, olan ne soruları sorulur.
     
    Fiillere eklenen kişi ekleri öznenin kim ya da ne olduğunu bildirir.

    Üç çeşit özne vardır:

    a) Gerçek Özne:
    Yüklemin bildirdiği işi hareketi bizzat kendisi yapan öznedir. Eylemle biten cümlelerde, etken çatılı fiil (eylem) cümlelerinde gerçek özne bulunur. Cümlede iki şekilde gösterilir:

    1- Acık Özne: Cümle içinde açık bir şekilde gösterilir
    * Yağmur çok şiddetli yağdı.
    * Çocuk iki gündür hasta yatıyor.

    2- Gizli Özne: Cümlede doğrudan yer verilmeyen ancak yüklemin taşıdığı eklerden anlaşılan öznedir.
    * Ertesi gün ona telefon ettim.
    * Görmeyeli hemen de bizi unutmuşsun.

    NOT: Yüklemi isim olan cümlenin öznesi gerçektir.
    * Siyah renkli araba satılıktır.
    *Dün akşam pencereler kapalıydı.

    b) Sözde Özne :
    Yüklemi edilgen çatılı cümlelerde, aslında nesne olan öge özne olarak kullanılır.
    * Ağaçtaki meyveleri topladı.
    * Ağaçtaki meyveler toplandı.
    * Öğrenciler bütün sınıfı temizledi.
    * Bütün sınıf temizlendi.

    c) Örtülü Özne :
    Yüklemi edilen çatılı cümlelerde bazen “—ce, tarafından” gibi sözcükler kullanılarak işi bizzat yapan varlığa da yer verilebilir.
    * Yolcu otobüsleri belediyemizce hizmete açıldı.
    * Yarışma halk tarafından çok beğenildi

    NOT: Her sözcük ya da sözcük grubu özne olabilir.
    * Geçen gün evin duvarı yıkılmıştı. (isim tamlaması)
    * Bahçesinde okyanuslar yetişiyordu. (isim)
    * Derdini söylemeyen derman bulamaz. (sıfat fiil)
    * Okumak zihni dinlendirir. (isim fiil)
    * Kimse seni benim kadar düşünmez. (zamir)

    3. Nesne (Düz Tümleç) :

    Öznenin yaptığı işten, hareketten etkilenen unsurdur

    Uyarı : İsim cümlelerinde yüklemi edilgen çatılı cümlelerde ve geçişsiz fiillerde nesne yoktur. Nesneler ek alıp almamasına göre ikiye ayrılır.

    a) Belirtisiz Nesne : Yükleme ne sorusu sorularak bulunur. Belirtme durum eki (-i) almamış olup yalın haldedir.

    b) Belirtili Nesne : Yükleme kimi, neyi, nereyi soruları sorularak bulunur.
    Belirtme durum eki olmuştur.
    Bu yörede kızlarımız kilim dokur.
    Yolun kenarına kocaman kütükleri yığmışlar.
    O köpeği mahallenin çocukları da arıyordu.
    Bu şehirde tüm sokaklar seni düşünür.

    4. Zarf Tümleci:
     
    Yüklemin anlamını zaman durum nitelik, nicelik, yer, yön ve soru ilgisiyle belirleyen, anlamı sınırlayan tümleçlere zarf tümleci denir.

    * Zarf tümlecini bulmak için yükleme, nasıl, niçin, neden, ne kadar, ne zaman, kim tarafından ne tarafından, soruları sorulur.
    Dostluklar ömür boyu sürünce güzeldir.
    O dişini tırnağına takarak çalışır.
    Yüreğimdeki yara gittikçe büyüyor.
    Sıcaktan tüm ekinler yanmıştı.
    Bu yıl yağmur yağmadığı için ürün de az oldu.
    Bu konser belediye tarafından düzenleniyor.

    UYARI : Yön isimleri yalın halde zarf tümleci olurlar. Belirtme durum eki (-i) alırsa belirtili nesne, -e/-de/-den, hal ekini alırsa dolaylı tümleç olur.
    * Hizmetçi, içeriyi iyice süpürsün. (N)
    * Adam yavaşça içeri girdi. (Z.T)
    * Bir süre sonra içeriden bir ses geldi. (D.T)

    5. Dolaylı Tümleç:

    Yüklemi yer, yön, bulunma, çıkma vb. yönlerden tamamlayan cümle ögesine dolaylı tümleç denir. Cümlede dolaylı tümleçler -e, -de, -den, durum eklerini alırlar.

    * Dolaylı tümleci bulmak için yükleme; “kime, kimde, kimden, neye, neyden, nereye, nerede, nereden” soruları sorulur.
    Buluşma yerine hemen gelmiş.
    Senin kirpiklerinde bir damla oldu akşam.
    Ağlamayan çocuğa meme verilmez.
    Eskicinin sesi sokağın başından duyuluyordu.
    Bu gazeteci yazılarında gerçeklerden hiç sapmaz.
    İhtiyar,bütün mirasını karısına bırakmıştı.

    UYARI: -e/-den hal eki “için” edatı görevinde kullanılıyorsa ya da sebep bildiriyorsa zarf tümleci kurar. -de/-den hal ekleri zaman bildiren sözcüklerin üzerine gelirse zarf tümleci olur.
    Korkudan kızın dili tutulmuştu.
    Babasıyla kavga ettiğinden eve uğramıyor.
    Birazdan hava kararacak.
    Yaz akşamlarında yıldızları seyrederdik.
    Denize yüzmeye gidiyorum.

    Not: Edat Tümleci: Edatlardan ya da başka dil birliklerin -den oluşan cümleye araç, benzerlik, ilgi, eşitlik, nedenlik vb. katan cümle ögesine edat tümleci denir. Bu öğe zarf tümleci olarak da kabul edilmektedir.
    Çalışmak için yurt dışına gitmiş. (amaç)
    Yaralıyı hastaneye ambulansla götürmüşler. (araç)
    Bu yaz Bodrum’a ailesiyle gidecek. (birliktelik)

    CÜMLENİN ÖĞELERİYLE İLGİLİ GENEL ÖZELLİKLER

    1) Hiçbir öğe sözcük sayısıyla sınırlı değildir. Bir öğe, bir tek sözcükten oluşabildiği gibi birden çok sözcükten de oluşabilir.
    Bu yüzyılın en acı olaylarını yaşamış ve dile getirmiş olan Dadaloğlu’nu
                              belirtili nesne
    değişik bir bakış açısıyla incelemeliyiz.
           zarf tümleci                     yüklem

    O, dün, bize, babasıyla geldi.
    Ö. Z.T.  D.T.  E.T. (Z.T)   Y.

    2) Cümlede özne,nesne,dolaylı tümleç ve zarf tümleci açıklayıcısıyla (Arasöz) birlikte kullanılabilir.
    Bir yıl kalacağım bu ili Siirt’i, çok özleyeceğim.
             Belirtili nesne     Açıklycı.
    Annesini, o çok sevdiği çileli kadını, elleriyle toprağa verdi.
       B’li n.                  Açıklayıcısı

    3) Bir cümlede birden fazla özne,dolaylı tümleç, nesne, zarf tümleci ortak bir yükleme bağlanabilir.
    Annesini, babasını, akrabalarını ve bütün arkadaşlarını görmek istiyordu.
    Evde, okulda, sitede, her yerde aynı konu konuşuluyordu.

    4) Öğelere ayırmada tamlamalar, deyimler ve bileşik fiiller bölünmez.

    Bahçenin, birkaç yıl önce yapılan duvarı yükseltilecekmiş.
              ö. (Özne, belirtili isim tam.)                    yüklem

    5) Hitaplar, ünlemler ve bağlaçlar öğe dışı sözcüklerdir.

    Arkadaşlar, beni dinler misiniz?
    ö.dışı
    Geleceğiz; fakat çok kalmayacağız.
                     ö.dışı

    Eyvah, çocuk düştü.
    ö.dışı

    6) Şiir dizeleri ya da devrik söyleyişler, kurallı cümle biçimine çevrilirse daha kolay bulunur.
    Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet,

    Hürriyet, hür yaşamış bayrağımın hakkıdır.
       özne                        yüklem

    7) Soru cümleleri değişik öğeleri buldurmayı amaçlayabilir. Sorulara verilecek cevaplar hangi öğeyi oluşturuyorsa, soru cümlesi o öğeyi buldurmaya yöneliktir. Aynı zamanda soru cümlelerinde soru ifadesi hangi öğeyi buldurmaya yönelikse o öğenin adını alır.
    - Kimi seviyorsun?
    - Seni (Seni seviyorum) (Soru nesneyi buldurmaya yönelik.)
    - Kim yapmış?
    - Babam (Babam yapmış) (Soru özneyi buldurmaya yönelik)
    - Nereye gidiyorsun?
    - Okula (Okula gidiyorum) (Soru d.t.’yi buldurmaya yönelik)
    - Ne zaman geldin?
    - Dün (Dün geldim) (Soru z.t.’yi buldurmaya yönelik)
    - Kırılan neydi?
    - Bardaktı (Kırılan bardaktı) (Soru yüklemi buldurmaya yönelik)

    8) Bir cümlede vurgulanan öğe, yüklemden hemen önce gelen öğedir.
    Çocuklar, sevgiyle beslenir. (Edat tümleci / z.t vurgulu)
                        e.t.
    Cömert olmadan önce doğru olmayı bil. (B.li n. vurgulu)
    Kitabım sende kalmış. (D.t. vurgulu)
  • YOUTUBE KANALIMI ZİYARET EDİN

    Youtube'da seslendirdiğim şiirleri paylaşıyorum. Youtube kanalıma da abone olursanız sevirim.

    Video Of Day

    ADRES

    Kağıthane/İstanbul

    EMAIL

    omersalihgul@gmail.com
    omersalihgul@hotmail.com