Kitabın Yazarı : Jose Mauro De Vosconcelos
Kitap Hakkında Bilgi :
'Bir zamanlar, ülkenin birinde kocaman bir çiftlik varmış. Güneşin parladığı yemyeşil kırlarda yarış atları yetiştirilirmiş. Ormanda minik kuşlar özgürce şakımayı öğrenmeye çalışırmış. Gölün sularında süs balıkları üretilirmiş. Çiftlikte her şey çok güzelmiş. Ama insanlar?..'
Şeker Portakalı'nı, Güneşi Uyandıralım'ı, birbirinin devamı olan bu iki güzel kitap o kadar çok sevildi, o kadar çok okundu ki. Hala da okunmakta. Brezilyalı yazar Jose Mauro de Vasconcelos'un bir başka kitabını sunuyoruz şimdi sizlere. Hayatın O Güzel Şarkısı, doğanın vazgeçilmez parçası olan, doğanın süsü olan hayvanların gözüyle anlatılan bir öykü bu. İnsanların onlara karşı ne kadar acımasız olduğunu anlatan bir öykü.
Yazar, yaşamın kıymetini ve o yaşanmış anın değerini bilmek gerektiğini anlatırken, çevremizin, arkadaşlarımızın ve ailemizin değerini bilmemizi sağlıyor. Yazar, anlatmak istediklerini hayvan ve bitkiler ile anlatmaktadır.
Kitabın Özeti :
Güneşe Övgü;
Kahramanımız küçük mavi renkli bir, çok güzel bir muhabbet kuşudur. Annesi ile birlikte güzel bir hayat sürmektedir. Annesi ona uçmayı şakımayı ve ormanlar da özgür bir şekilde uçmayı öğretmektedir. Ancak güzel muhabbet kuşumuz arkadaşları ile mutlu bir gün geçirken insanlar tarafından yakalanıverir. Gözünü kafeste açan muhabbet kuşumuz, özgürlüğünü kaybettiğini önceden anlayamaz. Sonra kafesin içerisinde uçamayınca ve bu kafesten kurtulamayacağını anlayınca yemekten ve içmekten kesilir.
Umutsuz düşüncelerle dolu muhabbet kuşumuz, Pedro isimli papağan ile tanışır. Bay Pedro Muhabbet kuşumuza hayatın güzelliklerini kafes içerisinde bile yaşabileceğini anlatmaya çalışır. Ama annesinden uzak ve özgürlüğüne alışmış muhabbet kuşumuz bulunduğu ortama dayanamaz ve hiç bir şey yemek ve içmek istemez. Pedro'nun bütün ısrarlarına rağmen bu duruma devam eder ve güçsüz duruma düşer. Sahibi muhabbet kuşunun durumuna üzülür ve kafesin kapısını açar. Muhabbet kuşu öyle güçsüzdür ki uçaçak gücü yoktur. Sonunda gözlerini kapar ve bir daha açmaz.
Akvaryum:
Çok genç bir balık olan kahramanımız akvaryumunun en güzel balığıdır. Ancak bu balık akvaryumdaki diğer balıkları beğenmemektedir. Güzel görünümünün farkında olan küçük, süslü, alımlı ve kırmızı renkte olan balığımız bir gün bulunduğu akvaryumdan satılır. Satınalan hanımefendi onu büyük bir küre akvaryumun içine koyar ve hizmetçisine teslim eder. Akvaryumun içinde yalnız yaşamaya başlayan küçük kırmızı balığımızın canı çok sıkılmaktadır. Günler günleri kovalar ve yalnızlıktan çok sıkılmaktadır.
Bir gece bir ateşböceği ve örümcek ile tanışır. Onlarla sohbet eder ve çok mutlu olur. Ama beğenmediği balıklarla dolu, doğduğu akvaryumu çok özlemektedir. Zaman zaman örümcek ile sohbet edebilmektedir. Ancak evin hizmetçisi düzenli suyunu temizlememektedir. Bir gün evin hanımı seyahate çıkar ve dönüşte hizmetçisine akvaryumun suyunu değiştirip değiştirmediğini sorar. Hizmetçi her gün akvaryumun suyunu değiştirdiğini söyler ama değiştirmemiştir. Küçük kırmızı balığımız suyun pisliğinden ve moralsizlikten hayatını kaybeder. Evin hanımı balığı aldığı dükkana iade eder.
Altın Tay:
Küçük bir tay dünyaya gelmiş. Annesi onu ayağa kaldırmak için biraz uğraşmış. İnce çırpı bacaklarıyla ayağa kalkabilmiş tayımız. Güzel küçük tayımızın sarı renkli teni ve altın sarısı da saçları varmış. Çok güzel bir duruşu ve günden güne güçlenen bacakları varmış. Annesi ona uçsuz bucaksız çayırlarda koşmayı ve oynamayı öğretirmiş. Dere kenarında su içmeyi terini soğutmayı, hatta diğer atlarla yarışmayı da öğretirmiş. Annesi hep bir gün onun müthiş bir yarış atı olacağını söyler. Bir çok yarışmalara katılıp birincilikler alacağını söylermiş.
Küçük tay annesiyle mutlu bir hayat sürerken aralarındaki yarışlarda onu geçmeye de başlar. Küçük tay iyice büyümüş ve güzel bir at olmuştur. Bir gün annesi ona artık kendisinden ayrılması gerektiğini söylemiş ve küçük tayımız çok ağlamış. Altın saçlı tayımız buna anlam verememiş. Çok üzülmüş. Onu annesinden ayırmışlar ve yarışmalara sokmuşlar. Katıldığı yarışmaların hepsini kazanmış atımız ama hep annesini hatırlamış. Sahibi küçük Celia ona çok iyi bakmış, onun binmesine hep müsade etmiş. Ancak Celia büyümüş ve evden ayrılmış.
Yıllar geçmiş ve Altın atın dişleri dökülmeye ve bacaklarında romatizma ağrıları başlamış. Kaldığı evde bir kenara atılmış çok pis bir ortamda yaşamaya başlamış. Artık hiç bir işe yaramıyormuş. Kırlarda koşmak ve annesine kavuşmak istiyormuş ancak bunu yapacak gücü kalmamış. Eskiden sırtını ve vücudunu kaşağı ile temizlerlermiş. Bunu artık kimse yapmıyormuş. Gözleri de görmemeye başlamış ve artık onu ahır da değil bir dere kenarına yaşamaya bırakmışlar. Uçsuz bucaksız çayırlarda annesi ile koştuğu günleri, kazandığı bir çok yarışmaları hatırlayıp gözlerini kapatmış. Bir daha uyanmamış...
Ağaç:
Çok büyük bir çiftliğin bahçesinde Candoca isimli bir mango ağacı yaşarmış. Güzel bahçesinin doğasında mutlu günler yaşarken meyvelerini de evin genç prensine saklardı. Evin dadısı Laocadia'nın evin prensi ile ilgilenmesi onu mutlu ediyormuş. Kuşlar Cadoca'nın özgürce kollarına konar ve arkadaşlık yaparmış. Condaco ile evin prensi çok iyi arkadaş olmuşlar. Evin küçük prensi Condaco'nun dallarına tırmanır ve onunla sürekli sohbet edermiş. Condaco ona hep çok güzel sözler söylermiş ve aralarında müthiş bir sevgi varmış. Küçük Prens zaman geçmiş ve büyümüş. Delikanlı olmuş ve çok uzaklarda bir okula gitmek zorunda kalmış. Prens gittikten sonra evde zor günler başlamış. Bahçe bakımsız hale gelmeye başlamış evde fareler dolaşmaya başlamış. Candoca ya artık kuşlar da ziyaret etmemeye başlamış. Candoca'nın dalları kurumuş, yaprak açmamaya başlamış.
Evin kahyası kurumuş ağaçları bir bir kesiyormuş. Sıra Candoca ya gelmiş. Candoca kesildiği halde bile köklerinde bir çok şeyi hissesiyormuş. Son bir kez de olsa sevgili küçük prensini görmek istemiş. Küçük prens bir gün çiftliği ziyaret etmiş. Hüzünle bahçeleri ve evi dolaşmış. Candoca'nın kökünün bulunduğu yere gelmiş. "Burada bir ağaç vardı? demiş" kahyaya. Kahya, "evet kuruyunca kestik demiş". Prens kocaman bir adam olmuş, ama çocukluğunda geçirdiği o güzel günleri unutamamış. Hüzünle arabasına binmiş ve bir daha dönmemek üzere ayrılmış. Candoca onu görünce çok sevinmiş. En büyük dileği buymuş zaten. Prensi ayrıldıktan sonra artık gözlerini bir daha açmamak üzere kapamış.