"Her şeye rağmen biz küçük insanlar da bir şeyiz.
Hayal kurmamıza, düşlememize izin yok.
İleriyi düşünmek yasak bize, bu da bizleri mutlu kılıyor
ve her tür iş için kullanılabilir hâle getiriyor."
Kitaptan
Sizi başka iyi kitaplara yönlendiren kitapları sever misiniz? Kim sevmez ki diyenler olabilir diye ihtiyaten sorulmuş bir soru bu. Örneğin tanıtacağım esere beni ulaştıran kitap, bir önceki blog yazısında bahsettiğim "Edebiyata Övgü" kitabıydı. Üstelik sadece kitaba değil Robert Walser'a duyacağım hayranlığın da fitilini ateşledi. Roman hakkında düşüncelerimi belirtmeden önce Jaguar Kitap tarafından yayımlanan eser dolayısıyla yayıncıya da ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Son dönemlerde kaliteli eser basan butik yayınevlerinin çoğalması sevindirici. Ne ki Walser'ın sahaflar dışında hiçbir yerde bulunmayan kitabını, olağanın üzerinde bir kalite ile okurla buluşturmuş olsunlar. Yana yakıla aradığım kitabı yayımlamış olduklarını fark edip almış olmak bile benim için ayrı bir teşekkür sebebi. Gelelim Walser ve onun şahane romanı Jakob Von Gunten'a. İsviçreli yazar şüphesiz, en beylik ifadeyle çağının çok ötesine hitap eden o dahilerden biri. Bunu sadece size anlatmaya çalışacağım romanıyla değil, diğer öykülerinde gördüklerimle de doğrulayabiliyorum. Mazzeo'nun onun hakkında "akışkan modernliğin günümüzdeki göçmenlerini herkesten önce ele almıştır" tespiti onun sadece içinde bulunduğu toplumun geçmişini ve gününü ele alan yazarlardan değil, toplumun sosyolojik açıdan alacağı şekli öngören kudretli kalemlerden olduğunu gösterir niteliktedir. Jakob Von Gunten adlı romanının hikâyesinde ise modern çağ filozoflarına parmak ısırtacak bir çok konuyu okura hissettirmeden çözümlemektedir. Romanın özünde, itaatkarlığın, kibarlığın, sakinliğin, düzgünlüğün tesisi için oluşturulabilecek mekanizmaların insan hayatı ve bireyselliği açısından oluşturabileceği tahribat kinayeli bir şekilde anlatılıyor. Kendisine itaatkarlığı, sakin kalmayı, düzgün bir yaşam sürmeyi öğretmesi için kaydolmak istediği Benjamenta Enstitüsü'nde başından geçenleri anlatan esas oğlan Jakob Von Gunten'ın kaleminden dökülenler pek görmek istemediğimiz yönlerimizi gösteriyor bizlere. Eğlenceli, kinayeli, otoriteyle bir yandan dalga geçerken, öte yandan kendince kurguladığı bazı mâkul sebeplerle ona râm olmakta beis görmeyen bir karakterin iç dünyasından, bütün bir insanlığı seyrediyorsunuz. Jakob'ın enstitüye adım attığı andan itibaren gelişen hikâyesinin içerisinden kafanızı kaldırdığınızda çalıştığınız iş yeri, içinde bulunduğunuz cemiyet, yaşadığınız ülke ve nihayetinde bütün bir dünya kocaman bir Benjamenta Enstitiüsü'ne dönüşüyor. Okurların kendilerini Bay ve Bayan Benjamenta'nın şahsında bulması mümkün olduğu gibi kâh Kraus'un uysallığı ve çalışkanlığında, kâh Schacht'ın melankolisinde, kâh Jakob'ın dizginleyemediği anlarda ortaya çıkan yoğun sevgisinde kaybolmak da muhtemel. Walser, karakterinin kaleminden toplumun düzelmesi mümkün gözükmeyen arızalarını gösterirken, diğer yanda etkileşime girdiği insanlar aracılığıyla geleceğe dair ümitleri, hezeyanları, artı ve eksileriyle davranışlarımızın anatomisini çıkartıyor. Yazılış tarihi itibariyle romanın geçtiği ortamın klasikliği, Jakob'ın hakkında tespitlerde bulunduğu insanları tanıyor olmanıza engel olmuyor. Aksine kafanızı çevirdiğinizde görebileceğiniz alelade insanların iç dünyasının yüz yıl sonra dahi değişmediğini fark ediyorsunuz. Walser'ı bize ileri görüşlü olarak gösteren şey aslında bilincimizin bir türlü yıkıp geçemediği bir gerçeğin de aksisedası. İşçiler, burjuvalar, aristokratlar şekil değiştiriyor ama hiç kaybolmuyor. Kölelik şekil değiştiriyor ama asla yok olmuyor. Bugün mavi yakalılar, müdürler, patronlara dönüşen şeyler sadece yüz yıl öncesinin değil, bin yıl öncesinin günümüze izdüşümü. Peki, biz bunu neden fark edemiyoruz? Çünkü herkes kendi yaşadığı çağın biricikliğine meftûn aynı zamanda. Binlerce yıldır aynı pratiği, farklı adlandırmalar ve kılıklarla tekrar yaşıyor olduğunu kabullenmek insana hep zor geliyor. Arada Walser gibi insanlar Jakob Von Gunten gibi bir karakter yaratıp, kurgularını dönemin atmosferinden bağımsız, su gibi akan imgelerin ardına inşa ediyor ve siz aslında içinde bulunduğunuz yaşamın geçmiş yılların tuhaf birer replikası olduğunu fark ediyorsunuz. Bu yönüyle, Walser'ın romanı nezdimde Tatar Çölü kalibresindeki romanlardan birisi. Öyle ki, size içinde sürekli çırpınıp durduğunuz hâlde bir türlü farkına varamadığınız gerçekleri sunuyor. Keskin, mizahi ağırlıklı edebi bir dilin tepsisinde üstelik. Walser'ın üslubu o kadar etkileyici ki, karakterinin anlattığı bir kaç cümlelik bir metnin sonuna koyduğu tek cümlede çarpılmış birine dönmemek mümkün değil. Hermann Hesse "yüz bin okuru olsa dünyanın daha iyi bir yer olacağını" söylerken haksız sayılmaz. Sıradan, umursanmayacak derecede alelade olguların hayatın farkına varamadığımız en kıymetli unsurları olduğunu yüzümüze keyifle çarpabilecek Jakob'ın ve onun kalemine hayat veren bir adamın okuru olmak gerçekten de dünyayı daha iyi bir yer yapmaya yetebilir. Bu zamana kadar herhangi bir öyküsü veya kitabını okumadıysanız, sizi de dünyayı daha iyi bir yer yapma dürtüsüyle dolduracak, sıradan ama önemsiz olmayan o insanların dünyasına davet ediyorum. Kitaplığınızda muhakkak Robert Walser için yer açın.
Sağlıkla ve kitaplarla kalın.