Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan etkilenen tek isim Zweig değildir elbette. Birçok sanatçı, şair, ressam bu savaşın doğal mağdurları durumuna gelmiştir. Ve bunları yapıtlarına yansıtmayı başarmışlardır. Bunlardan biri de Ukraynalı şair ve yazar Tadeusz Borowski’dir. Henüz 21 yaşında Nazilerce yakalanıp toplama kampına kapatılan, daha sonra meşhur Auschwitz’e ve Dachau’ya götürülen Borowski, buralarda yaşadıklarını kâğıda dökmeyi başaran yazarlardandır. Kurtarıldıktan sonra, henüz 29 yaşındayken intihar ederek yaşamına son vermiştir.
Bizim Burada Auschwitz’te ve Diğer Öyküler geçtiğimiz Eylül ayında Alakarga Yayınları’ndan neşredildi. Bu kitap ve bu öyküler aslında dilimize ilk defa çevrilmiyor. Bir kısmı daha önce 1997 yılında İngilizce çevirisinden dilimize kazandırılmıştı. Tamamı ise yine Temmuz Dergisi’nde bir yazıma konu olan ve Aylak Adam Yayınları’ndan Taşlaşan Dünya adıyla Almancadan dilimize çevrilmişti. Bu kitabın farkı ise daha özenli bir redaksiyon ve direkt Lehçe aslından dilimize kazandırılmış olması. Eski yazımı okuduğumda çeviriden yakındığımı gördüm. Hatta bu kitabın daha özenli bir çeviriye sahip olması gerekir diye yazmıştım. Bu yüzden asıl dilden yapılan çevirilere çok önem veriyorum. Çünkü araya giren ikinci üçüncü diller okumayı sekteye uğrattığı gibi birçok anlam kaybına da neden oluyor.
Bir önce baskı olan Taşlaşan Dünya’da daha dağınık bir redaksiyon vardı. Öykülerin bazılarının ismi yoktu, sayılarla ayrılmıştılar. Ve konu bütünlüğü açısından çok yeterli değildi. Bu kitapta ise derli toplu bir şekilde, kronolojik sıra gözetilerek hazırlanmış bir anlatı kitabı okuyoruz diyebilirim. Kitabın kapağında roman, iç sayfasında ise öykü yazmasına rağmen (sanırım hata oldu) ben bu kitabın iki türü de çok yansıtmadığını düşünüyorum. Olsa olsa anlatı, hatıra gibi kelimelerle tanımlayabiliriz bunları; çünkü başkahramanın ismi bile Tadeusz. Yazar direkt olarak kamplarda yaşadığı olayları yalın, net, acımasız şekilde aktarmış. Zaten kurgu oluşturmasını gerek kılacak bir sebep de yok, çünkü bütün her şey tüm acımasızlığıyla cereyan etmiş (yine de aslına sadık kalmak için öykü olarak bahsedeceğim bu yazının içinde).
Kitap 15 öykü (son 4 öykü savaş sonrası anıları baz alınarak yazılmış) ve kitabın sonunda yazar tarafından hazırlanmış Oswiecim İfadeleri bölümünden oluşuyor. (Oswiecim Borowski’nin gittiği toplama kamplarından birinin ismi) Bu bölüm aslında bir tür sözlük. Hem kampta kullanılan ve oraya özgü kelimeler yer alıyor hem de bildiğimiz kelimelerin kamplarda ne anlama geldiği yazıyor. Örneğin Müslüman kelimesinin kamplardaki karşılığı son derece ilginç. Şu şekilde tanımlamış Borowski Müslüman’ı: Fiziksel ve ruhsal yönden tümüyle tükenmiş, yaşam savaşını sürdürmeye ne gücü ne de iradesi olan, genellikle durchfall (kanlı ishal), flegmonalar (deri ülserleri) ya da kreca (uyuz) nedeniyle bacaya (krematoryuma) gönderilmeye en uygun insan. Tabii çevirmen Seda Köycü buraya hemen bir not düşmüş ve bu kelimenin teslimiyet anlamındaki İslam’dan türediğini ve teslim olmuş kişi anlamındaki Müslüman’dan oluşturulduğunu belirtmiş. Bu sözlükteki kelimeler kitabın içinde geçtiği yerlerde koyu fontla belirtilmiş. Okur bu koyu fontlu kelimeyi gördüğünde hemen kitabın arkasındaki sözlüğü açıp, kelimenin kamp karşılığını öğreniyor ki okur için büyük kolaylık olduğunu düşünüyorum. Yani her yönden çok daha özenli ve düzenli bir Borowski kitabı hazırlamış Alakarga Yayınları.
Kitaptaki bir öykü, aynı zamanda kitaba da adını veren öykü Bizim Burada, Auschwitz’te kahramanın, yani Borowski’nin kız arkadaşına yazdığı mektuplardan oluşuyor ve kamp hayatının en çıplak anlatıldığı öykülerin başında geliyor. Yapı olarak diğer öyküler gibi olsa da hitap açısından diğer öykülerden ayrılıyor. Ayrıca kitabın son dört öyküsü savaş sonrasını anlatan metinler demiştim. Bunların bazıları hâkim bakış açısıyla oluşturulmuş (diğerleri ben dili) ve bazı öyküler Borowski’nin çevresinden tanıdığı kişilerin tanıklıklarından oluşuyor. Kitapta aynı zamanda çok sık olmasa da deneme türüne yakın yerler de var. Bunların tamamı dört beş sayfayı geçmez ancak Borowski’nin savaşla, savaş sayesinde sonradan zengin olan şirketlerle, işçi-patron düzeniyle ilgili de esaslı fikirleri var. En azından 1940’lar dünyası için geçerli olabilecek fikirler bunlar.
Borowski’nin hapishanede başlayan macerası farklı kamplara aktarıldıktan sonra Amerikalıların kurtarmasıyla son buluyor ancak yazarın Amerikan askerleriyle ilgili de eleştirileri mevcut: Kısacası birileri savaştan zengin olurken birileri öldürülüyor, en cani şekillerde. Bazen krematoryumlara ve gaz odalarına kendi akrabaları hatta çocukları tarafından gönderiliyor üstelik.
Yazar, kamp hayatını sadece didaktik veya satirik bir şekilde değil betimlemeler yoluyla da anlatıyor. Hatta yer yer bu betimlemeler uzuyor da (hatta zaman zaman sıkıyor) ancak edebiyatçı olması nedeniyle bu konudaki başarısından söz edebiliriz. Zaten büyük bir trajediden bahsettiği için bunu biraz gündelik hayatın akışını rutin olarak göstererek normalleştirme yoluna gidiyor. Krematoryumlara giden insan sevkiyatlarını, yaşamak için çocuğundan kaçan anneleri, insan hayatının zerre değeri olmadığını, gelen vagonlardan kokmuş cesetlerin sarktığını, bir günde binlerce insanın yok yere yakıldığını mümkün olduğunca dramatize etmeden anlatıyor. Ancak insanlardaki umut kırıntılarını da anlatıyor. Bu umut kırıntılarının pasif umut kırıntıları olduğunu bilse bile:
“Savaşın tüm ihtiraslarına rağmen, başka bir dünyada yaşıyorduk. Gelecekteki dünya için belki de. Bunlar fazla komik sözcüklerse, bağışla. Ama şu an burada oluşumuz da o dünya için galiba. O başka dünyanın bir gün geleceğine, insan haklarının geri döneceğine dair umut olmasaydı, kampta bir gün bile yaşayabilir miydik sanıyorsun? İnsanlara gaz odasına hissizce gitmelerini, ayaklanma riskine girmemelerini buyuran, onları bir eylemsizliğe sokan işte bu umuttur. Aile bağlarını koparan, annelere çocuklarını reddettiren, karılara ekmek için bedenlerini sattıran ve kocalara insanları öldüren bu umuttur. Belki de o gün kurtuluş günü olacağından, insanlara her gün bir yaşam savaşı vermelerini buyuran bu umuttur. Ah, başka, daha iyi bir dünyaya dair bile değil, huzur ve dinginliğin olacağı bir yaşama dair umut belki de insanlık tarihinde umut insanda bundan daha güçlü olmamıştı hiç, ama bu savaşta, bu kampta olduğu kadar kötülüğe de yol açmamıştı hiç. Umuttan yakayı sıyırmak öğretilmedi bize, işte bu yüzden ölüyoruz gaz odalarında.”
Borowski’nin umudu böyle bir umut, ancak benzer bir hayat dönemi yaşayan ünlü psikoterapist Viktor Frankl’ın umudu çok daha iyimserdi. Buna kötüyü uzaklaştırmak dersek, Frankl’ın umudu gerçek umuttu İnsanın Anlam Arayışı adlı eserindeki.
Yazar psikolojisindeki iniş çıkışları başarılı bir şekilde tasvir etmiş. Tabii ki Borowski de kampa girdiği gibi tertemiz bir vicdanla kurtulmuyor kamplardan. Çünkü insan toplulukla hareket etmeyi kendi güvenliği için elzem gören bir canlıdır. Hele ki öyle bir ortamda. Fakat zaman zaman sadece davranış bazında değil vicdan bazında da köreldiği zamanlar oluyor. İnsanların ölümünden etkilenmediği hatta umursamadığı zamanlar bunlar. Bu tür olayları da çekinmeden yazması kitabın değerini yükseltiyor.
Başlıkta da yazdığı gibi, Avrupa’da insan öldürmemiş kaç kişi var acaba? Bu bir Avrupalının ifadesi: Borowski’nin. Dünyanın belki de en büyük kıyımının yapıldığı bir savaşı içeriden anlatması açısından son derece önemli bir ‘savaş kitabı.’ Savaşı anlatan birçok film ve kitap var. Bizim Burada Auschwitz’te ve Diğer Öyküler en iyilerinden.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10