Kitabın Adı : Vahşetin Çağrısı
Kitabın Yazarı : Jack London
Kitap Hakkında Bilgi :
Buck gazeteleri okumazdı, okusaydı sadece kendisinin değil, Puget Sound'dan San Diego'ya dek, güçlü, uzun ve sık tüylü tüm kıyı köpeklerinin başında dolanan beladan haberi olurdu. Bütün gemi ve nakliyat şirketlerinin yeni buluşunu dünyanındört bir yanına avaz avaz duyurduklannı bilirdi; çünkü kuzey kutup bölgesinin karanlığında körü körüne dolaşan insanlar san bir maden bulmuşlardı. Binlerce kişi bu san maden için kuzeye akın ediyordu. Bu insanların köpeğe ihtiyacı vardı. Ağır ve yorucu işlerin üstesinden gelebilecek, kara kışa dayanabilecek, uzun tüylü, iri ve kuvvetli köpeklere ...
Buck güneşin kucakladığı Santa Clara vadisindeki büyük bir evde yaşıyordu. Yargıç Miller'ın yeri denirdi buraya; yoldan içerde, ağaçların arasına gizlenmiş; ancak dört bir yanını dolanan geniş verandanın, sık dallar arasından leke leke göründüğü bir evdi bu. Geniş çimenlikler arasından ve uzun kavak ağaçlannın birbirine dolanmış dallan altından kıvrılarak uzanan çakıllı araba yoluyla ulaşılırdı eve...
Kitabın Özeti :
Yukon ve Alaska’da altın bulunması, kızak çekecek büyük ve güçlü köpeklere olan ihtiyacı arttırmıştı. Buck, tam olarak altın arayıcılarının istediği gibi bir köpekti.
Buck‘un babası St Bernard ve annesi İskoçyalı bir çoban köpeğidi. Buck 63 kilo ağırlığında ev koşullarında yaşayan kendi halinde bir hayvandı. Kaliforniya'nın Santa Clara Vadisi'nde geniş bir arazi sahibi ve zengin bir emekli yargıç olan Yargıç Miller’ın evinde oldukça rahat bir hayat yaşıyordu. Buck kendisini bir ev köpeği yapmak isteyen bütün gayretlere karşı çıkıyordu. O yılın büyük Klondike grevi ve Altın arayıcıların Alaska’ya akın etmesi Buck gibi kızak çekebilecek köpeklerin değerini çok arttırmıştı. Yargıç Miller’in bahçıvanı olan Manuel, kumara düşkün bir adamdı. Kumar borçları yüzünden alacaklılar onu çok sıkıştırmaktaydı. Manuel kumar borçlarından kurtulmak için Buck’u çalarak Alaska şartlarında kullanılmak üzere kızak köpeği eğiten bir köpekçiye sattı.
Buck’un boynuna ip geçirerek hislerini kaybettirircesine boğazını sıkarak bir kafese koymuşlardı. Boğazının sıkılması, kafese tıkılması Buck’un onurunu çok kırmıştı. Buck’u bir trene atarak Seatle şehrine götürmüşler ve orada kendisini yetiştirecek olan adama teslim etmişlerdi.
Buck, kendisini kafese kapatan ve aşağılayan insanlara karşı duyduğu öfke ile kafesten çıkar çıkmaz kendisini eğitecek adamın üzerine saldırdı. Fakat Buck, adama kadar yetişemiyordu. Buck defalarca eğitimciye saldırmış ama her defasında kafasına yediği bir sopa ile yere düşmüştü. Buck, eğitmene bir kaç defa daha saldırdıktan sonra ilk büyük dersini aldı. Elinde sopa taşıyan bir adam kendisinin hâkimiydi.
Eğitmen onu Klondike’ye köpek götürüp satan giden tüccarlara satmıştı. Buck bu tüccarlarla birlikte gemiye binerek Kanada’ya gitti. Orada Francois ve Perrault, adlarındaki Kanada hükümeti için çalışan iki posta taşıyıcılarının malı oldu.
Buck artık, Kanada hükümeti için çalışan bir kızak köpeği olacaktı. Buck ile dostu Curley gemiye bindildiler. Buck, Alaska'da göreceği vahşetlerin ilk dersini Eskimo köpeklerinden almıştı. Bu köpekleri ilk kez arkadaşı Curley’i vahşice parçalayarak öldürdükleri sırada tanımıştı. Eskimo köpeklerinden biri olan Spitz, Buck’un sevimli arkadaşı Curley’e saldırdı. Spitz, Buck’un sevimli arkadaşını öldürdükten sonra etrafını çevreleyen diğer köpekler Curley’i parça parça etmişlerdi. Buck bu vahşeti yaratan ve yaptığı bu vahşetten derin bir haz duyan Spitz’den nefret etti. Bembeyaz bir Spitzberger köpeği olan Spitz, vahşete alışkın, üstelik bundan haz duyan acımasız bir hayvandı. Buck bu köpekten iğrenmişti.
Bir sabah Buck'a koşumlar takılıp kızağa konuldu. Buck ve Dave zorba bir eskimo köpeği olan Spitz’in liderliğini yaptığı köpek grubuna katılırlar. Buck, isyan etmemek gerektiğini öğrenmişti. Buck gruptaki diğer köpeklerden daha hızlı bir öğrenme yeteneğine sahipti. Sürücü François ve diğer köpekler, Buck'a kızağı nasıl çekeceğini, kendisine sığınak yapmak için karı nasıl kazacağını, yakalanmadan nasıl yiyecek çalacağını ona öğretmişlerdi.
Perrault ve François, bölgenin uzaklarında altın aramaya çıkan insanların mektuplarını taşıyan postacılardı. Bu kızak takımındaki köpeklere günde, yedi yüz elli gram kurutulmuş alabalık veriliyor, kızak takımı günde altmış kilometre mesafe kat ediyordu. Kızak takımının baş köpeği Spitz’in liderliğini istemiyor, arkadaşına yaptığı o vahşetten dolayı ondan çok iğreniyordu.
Köpek koşum takımın lideri olan sinsi ve gaddar Spitz, Buck’un bu duygularından haberdardı. Spitz ile Buck arasında bir rekabet başlamıştı. Buck, yargıç Miller’in evinden kalan evcilliğini de kaybetmeye ve gün geçtikçe vahşi hayata alışmaya başlamıştı. Kendi avını bulmak için tavşan avlamaya da başlamıştı.
Spitz'in kurnaz küstahlığı bir eskimo köyünde, aç bir köpek sürüsünün hücumuna uğradıkları zaman ortaya çıkmıştı. Spitz, bu fırsattan istifade ederek Buck'a saldırdı. Ancak Buck bu hücuma karşı koyduktan sonra kaçarak kurtulmuş, ama Spitz’e olan öfkesi ve hıncı bir kat daha çoğalmıştı.
Buck, Spitz'in liderliğini baltalamak için elinden geleni yapmaya başlamıştı. İki köpek, eninde sonunda, bir birleri ile ölünceye kadar kavga etmeye mecbur kaldıklarını biliyorlardı. Bu rekabet ve öfkeler sonunda patlayacaktı.
Spitz, Buck'ın peşinden gittiği bir tavşanı öldürdüğü zaman, kavganın da vakti gelmişti. Spitz, kurnaz ve usta bir kavgacıydı. Arka ayakları ile çömeliyor rakibinin hamlesine göre saldırı fırsatı kolluyordu. Buck, Spitz’in bu tarzını biliyordu. Buck var gücüyle Spitzin ön ayaklarını çelmelerse onu yenebileceğini anlamıştı. Buck, tüm gücüyle Spitzin en güçlü olan ön ayağına saldırdı. Onun ön bacaklarını dişleriyle yakalayarak düşmanını devirmişti. Çenesinin tüm gücüyle boğazına sarılmıştı. Hareketsiz kalana dek Spitz’i bırakmamıştı. Savaştan sonra, diğer köpekler Spitz'i parçaladılar. Takımın Liderliğini artık Buck yürütecekti.
Buck, ses çıkarmadan kızağın liderliğinin kendisine verilmesini bekledi. Liderlik verilmeden de koşumlara girmemişti.. Sürücüler boyun eğerek onu baş köpek yaptılar. Buck, artık, kızağın lideriydi. Öteki köpeklerle çok iyi anlaşıyor, yep yeni bir dayanışma kuruyor, gündelik mesafeleri daha kısa vakitlerde almayı biliyorlardı.
Buck ile takımı Skaguay'a, on dört gün süren dokuz yüz kilometrelik bir yolculuk yapmak zorunda kalmışlardı. Bu yolculuktan sonra ancak üç gün istirahat edecekler ve kızağın köpekleri değiştirilecekti. Buradan, ağır bir posta yükü ile Dawson'a gideceklerdi. Buck, kızak liderliğinden gurur duyuyor bu iş onun duygularını tatmin ediyordu. Fakat Buck’un içgüdülerinde ilkel doğa şartlarında özgürce dolaşmak hissi vardır. Atalarının yaşadıkları ortamları gördükçe bu içgüdü ruhunda özlem uyandırıyordu. İlkel doğa şartlarında vahşiler ile birlikte avlanmayı düşlüyordu.
Davvson'da iki gün istirahat ettikten sonra, köpekler tekrar kızağa koşuldu. Skaguay'a doğru yola çıktılar. Otuz gün sonra Skaguay'a vardıkları zaman, Francois ve Perrault’s Bu yolculuğun sonunda, posta taşıyıcıları köpekleri Amerikan altın avcıları Hal, Charles ve Mercedes adındaki bir gruba sattılar. Kızağa yeni ve dinlenmiş köpekler aldılar. Buck ve iki arkadaşını satın alan Hal, Charles ve Mercedes, bu tundra bölgesi ve köpekleri hakkında hiç bir şey bilmiyorlardı. Buck ile iki dostunun halinden anlamıyorlar, onlara normal bir köpek gibi davranıyorlardı.
Hal, kız kardeşi Mercedes ve kardeşinin kocası Caharles ile altın aramaya çıkmıştı. Kızağa çok yük koydular, ilkin köpeklere yiyeceği çok verdiler. Yiyecek azalınca da köpekleri kamçılayıp çok yormaya başladılar. Buck’ın yeni ustaları çok tecrübesizdi. Yolculuklarının yarısında yiyecekleri tükenmeye başlamıştı. Köpeklerin bazıları ölmüş, diğerleri kızağı çekemeyecek kadar zayıflamıştı.
Takımdaki on dört köpekten, sadece beşi hayatta kalmış, ancak John Thornton’un kampına kadar gelmişlerdi. Thornton, buzların artık çok inceldiğini, yola çıkmamalarını, hayatlarını tehlikeye atmamalarını söyledi. Hal bu uyarıyı dikkate almayarak yola çıkmaya çalıştı. Diğer köpekler hareket etmeye başladılar ama zayıflamış ve artık çok güçten düşmüş olan Buck hareket etmiyordu. Hal onu kırbaçlamaya başlamıştı. Thornton müdahale ederek adamın üzerine atladı. Hal’ın çektiği bıçağı elinden alıp Buck’ın iplerini kesti. Hal küfürler savurdu ama kavgayı kaybetmişti. Birkaç dakika sonra kıyıdan ayrılarak ırmağın üzerinde gitmeye başladılar. Çok geçmeden buz kırıldı, insanlar da köpekler de buzların kırılmasıyla ırmakta kaybolmuşlardı.
Thornton, Buck’a çok iyi davranıyordu. Üstelik Buck’un hayatını da kurtarmış ona çok iyi bakmıştı. Buck ile Thornton artık hep birlikteydiler. Buck, şimdiye kadar hiç kimseye bağlanmadığı şekilde Thorton'a bağlanmıştı. Efendisine beslediği bu sevgiden ötürü içgüdülerinden gelen ilkel hayat çağırışına, vahşetin çağrısına dahi artık cevap vermiyordu.
Thornton ile mutluydu. Birgün bir barda Thornton’a saldırmak isteyen bir adamı parçaladı. Thorton'un ortakları geldikten sonra, kampı dağıtmışlardı. Buck da onlarla birlikte gitti. Küçük bir şelâle üzerinden geçerlerken, Thorton suya düşmüştü. Buck sahile yüzdü. Buck’un omuzlarına ve boynuna ip geçirdiler. Kuvvetli akıntıya rağmen, Buck, Thorton'un yanına ulaştı ve ikisi birlikte ağır ağır sahile doğru yüzmeye başladılar. Buck sahibi Thoronton’un hayatını kurtarmıştı. Thorton, Buck ile gurur duyuyordu. Kasabada, Buck ile ilgili olarak bir bahise de girmişti. Buck’un beş yüz kilo yüklü bir kızağı, buz üzerinde yüz metre götüreceğini iddia etti. Kasabadaki adamlardan birisi ile 1,200 dolar bahse girdiler. Buck, ancak bir kızak takımının yapacağı işi, inanılmaz bir gayretle tek başına başarmış sahibi Thornton’a bahsi kazandırmıştı.
Ormanın derinliklerinde Buck’u çağıran sesler hiçbir an bitmiyordu. John Thornton’a olan bağılılığı gitmesini engelliyordu. John Thornton ve arkadaşları iddiada kazandıkları bu para ile eski bir efsane olan kayıp madeni ve orada bulunan eski kulübeyi bulmak için yola çıktılar. Madeni bulamazlar fakat altın bulunan alçak bir vadi ile karşılaştılar. Burada kamp kurarak altın bulmaya ve günde bin dolarlık altın işlemeye başladılar.
İnsanlar altın bulmaya dalmış Buck’u unutmuşlardı. Buck arada sıra ormanda dolaşmaya çıkıyor, bu özgür gezintiler ona sevinç veriyor ve ilk kez yaşadığı hayatı tadıyordu. Bu özgürlük ruhunda bir huzur yaratıyor vahşi heyecanları ilk kez tadıyordu. Onu çağıran sesin etkisi güçlenmişti. Böyle özgür bir yaşamak istediği tek şeydi.
Buck, vahşi kardeşleri gibi avlanmaya başlamıştı. Artık yiyeceklerini kendisi yakalıyordu. Kendi avını yiyerek yaşamak çok güzel şeydi. Birkaç gün kamptan ayrılmış artık geri dönüyordu. Kampa doğru geldiğinde bir tuhaflık seziyordu. Sessizce kampa yaklaştığında köpeklerden birisinin ölüsüyle karşılaştı. Thornton ve diğerleri artık ölmüş insanlardı. Yeetah kabilesinin adamları kampa saldırmışlar ve kamptakileri öldürmüşlerdi. Buck sahibini öldüren Yeetah kabilesinin adamlarına çok öfkelenmiş ve onlara saldırmaya başlamıştı. Önüne geleni vahşice avlıyor, boğazlarını parçalıyordu. Kaçanların peşini bıraktı ve kamp yerine geri döndü. Thornton’un diğer arkadaşının da cesedini buldu. Sonra Thornton’un kokusunu takip etti. İzler gölün kıyısına doğru gidiyordu ve onun cesedini gölün ortasında gördü. Bütün gün gölün başında öylece bekleyip durdu. Efendisinin başında saatlerce ulumuştu. Gece olunca vahşetin çağrısını tekrar duydu. Dayanılmaz sese doğru çekip gitmeye başladı. Çağrıya cevap vererek ormanlara doğru daldı. Kurtlara lider olarak yaşmaya başlamıştı.