"Romanın tek varoluş nedeni, sadece romanın
söyleyebileceği şeyleri söylemektir."
Kitaptan
Okumak ve yazmak birbiriyle bağlantılı. Bunu dile getiren pek çok beylik söz ve özdeyiş mevcut. Fakat bu bağlantıyı hangi noktadan itibaren simbiyotik bir ilişki olarak değerlendirmek gerekiyor. Her okuyanın yazması gerekli mi veya her okuyan kendini yazmak zorunda hisseder mi? Bu tip sorulara verebileceğim ve genelleme sınıfına dahil olabilecek bir cevabım yok. Bu noktada yapılmış herhangi bir istatistiki çalışma varsa ondan da haberim yok. Ancak herkesin dünyası kendi düşüncesi kadar büyük olduğu ve Jung'dan mülhem kişinin düşünceye sahip olabilmek için anlamaya ihtiyaç duyduğu bahsiyle okumanın da, yazmanın da bir ihtiyaç olduğunu söyleyebilmek gerekir. Yazmanın ihtiyaç olduğuna inanan ve benimseyen insanlar içinse sorun daha da dallanıp budaklanır. Deneme, makale, şiir, öykü veya roman yazmak arzusu insanı ele geçirdiğinde, bunu serbestçe yapmakla daha önce yazanlar tarafından farkına varılmış, tespit edilmiş veya üretilmiş kıstaslar doğrultusunda yapmak arasında takılıp kalabilir. Özgünlük özellikle postmodernizmin esiri olmuş bir çağda çok büyük, gerçekleştirilmesi zor bir iddia. Buna rağmen üzerinde çalışılarak değiştirilemeyecek bir şey yok diye düşünmek insana hoş geliyor. Esasen ülkemizde yazmanın bir "hobi" olarak ele alındığı düşünülürse, eline kalem veya klavye alan herkesin yazar olması kaçınılmaz. Elbette bu "sadece belirli kişiler yazsın, yazabilir, yazmalı" tarzı bir önermeye açmamalı düşüncelerimizi. Vâkâ her işin olduğu gibi yazmanın, yazarlığın da bir meslek olarak ele alınıp, belli başlı tekniklere sahip olduğunun da ön kabulü gerek. Yazmayı bir meslek olmakla birlikte sanat hâline getiren, bu tekniklerin çizdiği yapıyı bilmekle birlikte bu sınırların dışına nasıl çıkılabileceğine dair yetenek veya çalışmaya bağlı olsa gerek. Milan Kundera'nın Can Yayınları tarafından yayımlanmış kitabı Roman Sanatı da, romana dair bazı sırları, teknikleri veya tavsiyeleri içeren bazı yazı ve röportajların derlenerek bir araya gelmiş hâli. Bu anlamıyla kitap, yazmak meşgâlesinin esiri olanlar için sınırları olan spesifik, teknik sınırlamalar koymak yerine; bizzat kişinin kendi yazdığı metinlere uygulanmasının dışında algısına dair uyarlanabilir yöntemler öneriyor. Kitapla ilgili beni en çok etkileyen husus, Kafka'yı ne kadar bomboş okumuş olduğumu yüzüme vurması. Kendine has üslubuyla, anlatımının içerisinde saklı olanları, alt metinleri ve onun yazınına dair analizleri her yerde karşılaşamayacağınız türden tespitler içeriyor. Bu tespitlerin yanı sıra, yazmaya dair en ufuk açıcı bölüm, romanın sahip olması gereken matematiğe dair kendi yazım teknikleri üzerinden sunduğu fikirleri de okumalısınız. Elbette romanın türevini almıyor, integral hesaplarına girişmeye zorlamıyor sizi. Ancak hayatın her aşamasına sirayet ettiği hâlde sürekli öğretmenlerimize "bu gerçek hayatta ne işimize yarayacak" diye sormaktan çekinmediğimiz matematiğin, algoritmanın, formüllerin roman yazarken konfor alanını ne kadar genişletip, ne kadar daralttığına dair fikir sahibi olmak adına tekrar tekrar okunması gerektiğini düşünüyorum. Kundera'nın Roman Sanatı, öğreticilik iddiası taşımasa da, okurunun algılama yelpazesine uygun şekilde ona pek çok şey öğretebilecek bir kitap. Sadece roman yazmak iddiası adına değil, okuduğunuz romanların alt metinlerini, anlamlarını, yazarların üslubuna dair ayrıntıları kavramak noktasında nelere dikkat edilebileceğini anlamak açısından da okunabilir.
Başka bir kitap üzerinde konuşurken buluşmak dileğiyle.
Başka bir kitap üzerinde konuşurken buluşmak dileğiyle.