- Necip Fazıl Kısakürek, Canım İstanbul
Esasında İstanbul’u güzellemek, övmek, methiyeler dizmek bir yerden sonra yetersiz kalarak haybeye bir çabaya dönüşüyor. Diğer taraftan tarihine ve mirasına ettiğimiz bunca zulmü hesaba katarsak yüzsüzlükten başkası değil yaptığımız. Bugün, hem üzerinde yaşayıp hem talanın, kıyımın, yıkımın ucundan tutmayanımız yok. Yalnız, yine de şairin sözü bir kurşun gibi saplanıyor da sineye, hatırlamadan edemiyor insan. “Güleni şeyle dursun, ağlayanı bahtiyar” İstanbul’un. Üstelik ağlatan da o değil.
İstanbul denildiğinden akla ilk gelen yer Suriçi olsa gerektir. Son elli, altmış yılın ürettiği sakil yapılaşma bir yana gerçek İstanbul orasıdır. Suriçi’nde her sokak ayrı bir şehir, her mahalle, her semt başka bir ülke gibidir. Acımasızca silinip süpürülmesine rağmen yaşanmışlık tarihin içinden kopup geliverir yanınıza ve bir anda şehrin ruhu sarıverir etrafınızı. Bu eşsiz mekân sözüm ona aynı yerdir fakat Marmara’ya bakan tarafıyla Haliç’e bakan yanı bambaşkadır. Birbirine hiç benzemeyen Topkapı’yla Eminönü arasındaki mesafenin birkaç kilometre olması kadar şaşırtıcı çok az şey vardır. Ömrü ahirinizde yolunuz İstanbul’a düştüyse ve İstanbul’un ruhuyla kendinizce bir irtibat kurmuş iseniz, bu ünsiyeti kavileştiren her fırsat, her detay, her vesile daha bir hoş gelecektir. Örneğin bir kitapseverseniz ve bu irtibata sebep olan da bir kitapsa duyduğunuz hoşluk katmerlenecektir.
İsmiyle müsemma Küçük Sırlar Dükkânı’nın içeriğindeki hoşluk, bir İstanbul-severin içindeki müzmin hisse karşılık verecek cinsten bir kitap. Öyle ki, havsaladaki İstanbul’dan soyutlamadan geçmişe götürüyor okuru. Ötüken Neşriyat tarafından neşredilen eser Murat Erşahin imzasını taşıyor. Yayınevinin tabiriyle “İstanbul merkezli esrar, rivayat, müphemiyet” içeren on iki öykünün yer aldığı kitap yüz on sayfadan oluşuyor. Kitaptaki öyküler yazarın farklı tarihlerde Ayarsız dergisinde neşredilen yazıları arasından seçilmiş. Temiz bir Türkçeyle yazılan öykülerde yalın dil kullanılmamış olmasına rağmen akıcı bir üslup oluşturulmuş. Kültürümüzde var olan masalsı dili yeniden yorumlayarak fantastik bir biçem oluşturan Erşahin, edebiyatımızda pek karşılığı olmadığı var sayılan gerçeküstücülüğe göz kırpıyor. Bunun da ötesinde, kitaptaki öyküleri salt öykü olmaktan ziyade mistik/metafizik/tasavvufi boyutuyla manevi bir anlam arayışı olarak okumak mümkün. Arka kapak yazısında her ne kadar korku, ürperti ve tedirginliğe dikkat çekilse de çoğu öyküde hatıra gelen en önemli şeyin ‘hikmet’ olduğu kanaatindeyim. Zira belirli bir ahlaki düşünce üzerine inşa edilen hikâyelerde bilinçli olarak boş bırakılan yerlere en yakışan kavram hikmet oluyor.
Küçük Sırlar Dükkânı, Suriçi’nde gizemli bir yolculuğa çıkardığı okuru ecinni, ifrit ve canavarların kol gezdiği mahalle ve sokakları dolaştırıyor. İrrasyonel olarak nitelendirilebilecek bu seyahatler geçmişle bugünü birbirine bağlayarak insan hâllerine tercüman oluyor. Öykülerdeki alt metinler hiçbir şeyin tesadüf olmadığını, her şeyin bir karşılığı olduğunu ve zamanı gelince yerini bulduğunu söylüyor. Bu devridaim içinde başrol insanın eğilim ve zaaflarına verilmiş durumda. İnsanın özne olduğu öykülerde rastlanan gerçeküstü varlıklar, görünümler ve olaylar söz konusu sirkülasyonun içinde nesne konumundalar ve büyük resmin bir parçasını oluşturuyorlar. Küçük Sırlar Dükkânı, birkaç saatte biten keyifli bir okuma nöbeti sırasında tarihi ve gizemli bir yolculuğa çıkardığı okuru, gerçek İstanbul diyebileceğimiz bir zaman ve mekân düzlemine götürerek anlamı ortaya çıkarmayı deniyor.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp