Kitabın Adı : Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat
Kitabın Yazarı : Stefan Zweig
Kitap Hakkında Bilgi :
Zweig bu novellası'nda bir kadının yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimini anlatırken, insanda içkin saplantıların ve dayanılmaz arzuların sınırlarında gezinir. Özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılan bir kadının bu kısa ve yoğun hikâyesi, kadın kalbinin sırlarına ermiş ustanın kaleminde olağanüstü bir anlatıya dönüşür. Yapıtı için mekân olarak muhteşem atmosferiyle Fransız Riviera'sını seçen Zweig, 1920'li yılların sonlarında Avrupa'nın "kibar" tabakasının ikiyüzlü ahlak anlayışına yönelik eleştirel tavrıyla dikkat çeker.
Kitabın Özeti :
Hikaye, 19. yy başlarında Fransız Rivierası kıyısında farklı milletten burjuvazi sınıfına mensup insanların konakladığı küçük bir pansiyonda başlar. Pansiyonda birçok millette mensup zenginler, anlatıcı, Alman ve İtalyan evli iki çift, Danimarkalı bir adam, kibar bir İngiliz bayan olan Mrs. C. ve Lyonlu şişman fabrikatör ile onun narin, içine kapanık karısı Madame Henriette bulunmaktadır.
Otele genç ve yakışıklı Fransız bir adamın yerleşmesi ile birlikte sessiz sakin otelin havası tamamen değişir. Genç adam son derece yakışıklı, kibar nazik ve vakurdur. Zengin sınıfta görülmeyecek kadar fazla erdeme sahip olması özellikle kadınların ilgisini çekmesine neden olmuştur. Genç adam, Lyonlu şişman iş adamının iki çocuklu ve kendi halinde karısı, Henriette ile vakit geçirmeye başlayar. Küçük bir çay sohbeti ve akşam yürüyüşünden sonra Henriette ile birlikte sırra kadem basarak ortadan kaybolurlar.
Genelde monoton ve dertsiz tasasız zaman geçirmeye alışmış bu insanlar için böylesi sıra dışı olay tam bir kriz etkisi oluşturur. Pansiyonda sabahlara varan tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Otuz üç yaşında olan Bayan Herniette’in, iki çocuğunu ve kocasını bırakarak, henüz birkaç saat tanıdığı bir adamla aniden ortadan kaybolması; kimileri tarafından, sorumsuzca, kimileri tarafından da şuursuzca değerlendirilir. Genç kadının hayatını aniden terk etmesine bir anlam veremeye çalışırlar.
Alman bir kadının; ”Bir yanda gerçek kadınlar vardır. Bir yanda fahişe ruhlu kadınlar, Bayan Henriette bu ikinci tip kadınlardan biriydi.” sözlerine karşı herkes bunun ne kadar yanlış ve ayıp olduğunu söylerken yazar, Henriette‘i savunup durumun belki de görüldüğü gibi olmadığını
“Herkesçe malum olaya, bir kadın yaşamının bazı anlarında, kendi iradesi ve denetimi dışında gizemli güçlerin etkisinde kalır şekilde olumsuz yaklaşmak, aslında yalnızca kendi içgüdümüze ve doğamızın şeytani yönlerine karşı duyulan korkuyu ifade ediyor. ”kolayca baştan çıkarılanlara“ göre kendini daha güçlü daha akıllı ve daha temiz hissetmek bazı insanlara haz veriyor olmalı. Diğer yandan ben şahsen bir kadının özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılmasını, genellikle alışıla geldiği üzere, kocasının kollarında onu kapalı gözlerle aldatmasından daha dürüst bulurum .”
İlerleyen tartışma boyunca sadece; yazar, Henriette ‘i tüm eleştirilere karşı savunur ve bilir ki; bu öfkenin kaynağı ne ahlaki kurallar ne de sosyolojik nedenlerdir. T ek neden; kendilerinin böyle bir cesareti asla gösteremeyeceklerini bilmeleri, sıkıcı ve boğucu hayatlarına ömür boyu hapsolmuş olmalarıdır. Henriette’in yeni macera ve aşk dolu yaşamına duyulan imrenişleridir gerçek sebep. İşte bu ikiyüzlülüğe ve kıskançlığa dayanamaz.
Tartışmanın gittikçe boyut değiştirmesinden endişe eden Mrs. C. uzlaşma sağlamaya çalışmak ister. Herkes tarafında saygı duyulan Mrs. C. bu empati dolu yaklaşımından dolayı yazarla alakadar olmaya başlar. İnsanlara karşı mesafeli olan bu kadın, zavallı ve mutsuz olduğu anlaşılan Henriette’i küçümseme hakkını kendinde görenlere karşı çıkan yazara, hayranlık besler ve onunla konuşmak için randevu ister.
Yaşamından bir kesiti onunla paylaşmak istediğini söyler. Bundan yirmi dört yıl önce yaşamış olduğu ve hala, zihnin en derin yerlerinde büyük bir azaba neden olan kısa ama sarsıcı hikâyesini anlatmaya başlar… İtirafının nedeni de evli kadının kaçtığı Fransız gencinin, itiraf edeceği ilişkideki adama benzemesidir.
Mrs. C’nin 24 Saati
Mrs. C kocasını genç yaşta kaybetmiş ve sonrasında, karamsarlık ve melankoli ile dolu günler geçirmeye başlamıştır. Oradan oraya giderek huzur bulmaya çalışan kadın, Monte Carlo’ ya gider. Kumarhane masasında öylece insanları incelemeye başlar. Bir adam dikkatine çeker, ellerinin inceliğine olan hayranlığı gittikçe adamla bütünleşir. Hareketlerinden ve çaresiz tavırlarından, adamın varını yoğunu kaybettiğini anlar. Adam sona yaklaştığını bilir ancak, doyurulmamış kazanma arzusu ile tükenmişliğine yenik düşmek arasındaki gelgitleri, masadan kalkmasına engel olur. Nihayet masadan kalkar ve gecenin karanlığında bilinçsizce kaybolur. Mrs. C karşı koyulmaz bir çekimle adamın peşine düşer. Amacı adamın tükenmiş bir halde ölüme gitmesine engel olmak, çaresizliğinden onu çekip çıkarmaktır.
Adamı bir bankta öylece oturur halde bulur. Yağmur başlamasına rağmen hiç kıpırdamadan öylece durmaktadır. Kendinden öylesine ümidi kesmiştir ki yağmura teslim olmuştur. Nihayet kadın dayanamaz ve onu kuru bir yere bir saçak altına çekmeye çalışır. Adama nerede oturduğunu sorar. Adam Nice’den geldiğini ve kalacak yeri olmadığını söyler ve ekler “yanlış adama çattın, ben beş parasızım”. Kadını kendisinden para koparmaya çalışan, kumarhaneye dadanmış kadınlardan sanmıştır.
Mrs. C, adama yardımcı olmak için bir miktar para verebileceğini ve kalacak bir yer bulabileceğini söyler. Çaresiz adam teklifi umarsızca kabul eder, bir otele yerleşirler. Birinin çaresizliği diğerinin karşı koyulmaz arzusu ile karışmış, uçurumun kenarında birbirlerine kenetlenmiş iki insan gibi farklı duygular ve farklı sezgiler birbirine tutunmuştur. Sabah olduğunda Mrs. C yaşadığı derin pişmanlığı anlatırken; ”Bu kötü durum ne kadar sürdü bilmiyorum: Böyle anlar yaşamda ölçülebilen zamana göre farklılık gösteriyor.” der.
Adamın uyanmasından sonra ona hiç konuşma fırsatı vermeden, kalkıp giyinmesini ve saat 12.00‘de kumarhanenin girişinde buluşmalarını söyler. Orada adam için gereken her şeyi yapacaktır.
Buluşur ve bir öğle yemeği yerler, o sırada genç adam hikâyesini anlatır. Avusturya’nın Polonya topraklarından eski soylu bir aileden geldiğini, kariyerini diplomasi alanında yapmaya karar verişini, amcası ile oynama başladıkları at yarışında büyük bir miktar para kazanmasıyla, yarışlarda bazen de lüks kulüplerde, kumar tutkusunun böylece başlamış olduğunu anlatır. Bu tutku hem eğitim hayatının başlayamamasına neden olmuş, hem de en önemlisi de sıfırı tüketmesine neden olmuştur. Yemekten sonra birlikte biraz daha vakit geçirirler ve Rivieranın muhteşem manzarasıyla bir fayton gezintisine çıkarlar.
Mrs.C genç adama evine dönebilmesi için biraz para verir ve kendisine bir tren bileti almayı teklif eder. Genç adamın kadının tüm yönlendirmelerini umarsızca kabul edişi kadında büyük bir hayal kırıklığı oluşturur. Kadını durdurmak yanında kalmak yada birlikte gitmeyi teklif etmek gibi bir düşüncesi yoktur. Oysa bir kıvılcım bekleyen Mrs.C genç adamla kaçan Henriette gibi, yaşamının ardına bir an dönüp bile bakmadan, nereye, ne zamana kadar diye sormadan öylece peşinden gitmek isteğinin farkında bile değildir. İçindeki o aşık kadına göz ucuyla bile bakmıyordur. Akşam trenine bilet alıp ayrılırlar.
Mrs.C için bu ayrılık fikri soluk kesici bir acıya dönüşür ne yapacağını bilemez artık aklında tek bir seçenek vardır. O da o tren’e binecektir. Vedalaşmak için gittiği genç adamı trene bindirirken kendisini vagona atışını hayalinde defalarca canlandırır. Çok az zamanı olan kadın, hızlıca eşyalarını toplar, gara yetişmeye çalışır ancak tüm çabasına rağmen treni kaçırır.
Artık tek bir arzusu vardır. Birlikte gittikleri yerlere tekrar gitmek. O anları tekrar yaşamak. Onu ilk kez gördüğü kumarhaneye gider. O masaya yaklaşır ve gözlerine inanamaz. Genç adam oradadır. O akşamki gibi kumar oynamaktadır. Ona verdiği son parayla evine dönmek yerine yine bu kumar masasına gelmiştir. Aralarında bir metreden az mesafe olmasına rağmen kadını görmez bile…
Yanına yaklaşan kadın, emrivaki bir tavırla kendisini kumar masasından kaldırmaya çalışır ancak büyülü ve karşı koyulmaz kumar tutkusuna boğulmuş genç adam, kadının hiç beklemediği bir şekilde tersleyerek herkesin içinde “siz kim oluyorsunuz, beni rahat bırakın“ diye bağırır. Yüzlerce kişiye aldırmadan onur kırıcı bir şekilde yapar bunu. İnsanlar bir anda onlara dönmüş, zaman durmuş gibi o anda kalmıştır. Kadının aklında tek bir şey vardır ”gitmek” yok olmak. Tek çare gitmektir.
Kendisini hiç kimsenin tanımadığı bir Fransız kasabasına yerleşir. Kimsenin tanımadığı bir yerde olmak yaşadığı bu onur kırıcı durumu atlatmasının tek çaresidir.
Bu an bu bir tek an, Mrs.C’yi öylesine sarsmıştır ki aradan yirmi dört yıl geçmesine rağmen bu anı tekrar hatırladığında her yanı buz kesmiştir.
…Nasıl olup da birden size başımdan geçen olayları anlatmaya karar verdiğimi anlıyorsunuzdur. Siz Madam Hernriette’i savunup bir kadının yaşamında yirmi dört saatin nasıl kökten değişilebileceğini söylediğinizde orada ben kendi yaşamımı buldum. İlk kez kendimi onaylanmış hissettim…’der.
Kadın daha sonraları bu adamın intihar ettiği haberini de duymuştur.
“Yargılanmadan sadece dinlenmek” olan, tek isteği onca zamandan sonra yerine gelmiştir. Şimdi bu tek bir anın dayanılmaz hafifliği tüm bedenini kaplamıştır. Tek bir “anda” başlayan ve bir tek bir “anda “ biten hikâyesi gibi…