-->

  • Sis şiirinin tahlili - Tevfik Fikret

    Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,
    Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
    Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
    Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
    Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
    Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
    Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
    Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
    Ey sahn-ı mezâlim…Evet, ey sahne-i garrâ,
    Ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ!
    Ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı
    Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;
    Ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret
    Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;
    Ey Marmara'nın mâi der-âguuşu içinde
    Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
    Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,
    Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
    Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
    Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
    Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
    Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
    Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
    Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
    Te'sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
    Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
    Hep levs-i riyâ, dalgalanır zerrelerinde,
    Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
    Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu';
    Yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu'.
    Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
    Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?

    Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
    Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

    Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    Kaatil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;
    Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma'bed;
    Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
    Mâzîleri âtîlere nakletmeye me'mûr;
    Ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr;
    Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
    Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat;
    Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
    Ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer
    Te'mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir;
    "Geçmişlere rahmet!" diyen elvâh-ı mekaabir;
    Ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd
    İykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
    Ey ma'reke-i tîn ü gubâr eski sokaklar;
    Ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar
    Vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
    Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
    Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
    Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
    Gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
    Yıllarca zamandan beri, tütmek ne…unutmuş;
    Ey mi'delerin zehr-i tekâzâsı önünde
    Her zilleti bel'eyleyen efvâh-ı kadîde;
    Ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün'im
    Bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü âkim;
    Her ni'meti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı
    Gökten dilenen züll-i tevekkül ki.. mürâyi!
    Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz
    İnsanda şu nankörlüğü tel'in eden âvâz;
    Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrîn;
    Ey nâtıka-ı acz ü elem, nazra-i nefrîn;
    Ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: nâmus;
    Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;
    Ey havf-i müsellâh, ki hasârâtına râci'
    Öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli';
    Ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn
    Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn;
    Ey va'd-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
    Ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;
    Ey savlet-i evhâm ile bî-tâb-ı tahassüs
    Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;
    Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
    Ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar;
    Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî;
    Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;
    Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me'lûf;
    Eşrâf ü tevâbi', koca bir unsûr-ı ma'rûf;
    Ey re's-i fürûberde, ki akpak, fakat iğrenç;
    Ey taze kadın, ey onu ta'kîbe koşan genç;
    Ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber;
    Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler,
    Hele sizler…

    Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;
    Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...

    18 Şubat 1317/3 Mart 1902 (Tanin, 1324/1908, sayı 1)

    DİZE AKIŞ SIRASINA GÖRE ŞİİRDEKİ
    SÖZCÜKLERİN-SÖZCÜK GRUPLARININ ANLAMLARI
     âfâk: ufuklar
    dûd: duman, sis
    muannid: dik başlı, inatçı
    dûd-ı muannid: inatçı sis
    zulmet: karanlık
    beyzâ: ak, çok beyaz
    zulmet-i beyzâ: ak karanlık
    peyâpey: birbiri arkasından, durmadan, gitgide
    mütezâyid: artan, birikerek çoğalan, çoğalan
    tazyik: basınç, sıkıştırma
    eşbâh: cisimler, gövdeler, vücutlar
    kesâfet: yoğunluk
    ibâret: meydana gelen, oluşan
    elvâh: levhalar, tablolar
    heybetli: korku uyandıracak irilikte, korkunç, ulu
    nazar: bakış
    nüfûz eylemek: içine geçmek, içine işlemek
    gavr: derinlik, dip
    lâkin: ama
    sürte: perde, örtü
    muzlim: kara, karanlık, uğursuz
    sürte-i muzlim: kara örtü, uğursuz örtü
    tesettür: örtünme
    sahn: alan, sahne
    mezâlim: haksızlıklar, zulümler
    sahn-ı mezâlim: haksızlıklar alanı, zulümler alanı
    garrâ: ak, parlak, gösterişli aklık, gösterişli parlaklık
    sahne-i garrâ: parlak sahne
    zî-şa'şaa: gösterişli, parlak, süslü, şatafatlı, yaldızlı
    hâile: facia, trajedi
    pîrâ: donatan, süsleyen
    hâile-pîrâ: facia süsleyen
    sahne-i zî-şa'şaa-i hâile-pîrâ: facia süsleyen şatafatlı sahne
    şa'şaa: gösteriş, parlaklık, şatafat
    kevkebe: gösteriş
    mehd: beşik
    şark: doğu
    ezelî: başlangıcı olmayan, çok eskiden beri, öncesiz
    hâkime: ece, kadın hükümdar, kraliçe
    câzibedâr: alımlı, cazibeli, çekici
    hâkime-i câzibedâr: alımlı kraliçe, çekici ece
    mahabbet: aşk, sevgi, sevme
    bî-lerziş: titremeden, titreyişsiz
    bî-lerziş-i nefret: nefretle titremeden
    perverde eden: besleyen, büyüten
    sîne: göğüs
    meshûf: susamış
    sefâhet: aşırı derecede eğlence ve zevk düşkünlüğü
    sîne-i meshûf-ı sefâhet: zevk ve eğlence düşkünü göğüs
    mâi: mavi, su renginde
    der-âguuş: kucakta, kucağında
    tûde: küme, öbek, yığın
    zinde: canlı, diri
    tûde-i zinde: canlı yığın
    fertût: bunak, çok yaşlı, kocamış
    müsahhir: büyüleyen, büyücü, sihir yapan
    fertût-ı müsahhir: büyücü kocakarı
    bîve: dul
    bâkir: el değmemiş, erden
    bîve-i dul: el değmemiş dul
    hüsn: güzellik
    sihr: büyü, sihir
    hüveydâ: açık, belli, ortada
    enzâr: bakışlar
    temâşâ: bakıp seyretme, izleme
    enzâr-ı temâşâ: seyreden bakışlar
    hâriç: dış, dışarı, dışında
    çeşmân: gözler
    kebûd: gök rengi, mavi
    çeşmân-ı kebûd: mavi gözler
    mûnis: cana yakın, sıcak kanlı, uysal
    girye: ağlama, dökülen gözyaşı
    bî-his: duygusuz, hissiz
    te'sis olunurken: kurulurken
    dest: el
    hıyânet: güveni kötüye kullanma, hainlik, ihanet
    dest-i hıyânet: hainlik eli
    bünyân: yapı
    zehr: zehir
    zehr-âbe: acı su, kötü su, zehir gibi su
    lânet: kargıma, kargış
    zehr-âbe-i lânet: zehir gibi kargış suyu
    levs: kir, pislik
    riyâ: iki yüzlülük
    levs-i riyâ: iki yüzlülük kiri
    zerre: çok küçük parça, parçacık
    safvet: arılık, saflık, temizlik
    zerre-i safvet: temizlik zerresi
    hased: kıskançlık
    levs-i hased: kıskançlık kiri
    teneffu': çıkarcılık, faydalanma, fayda sağlama
    levs-i teneffu': çıkarcılık kiri
    tereffu': terfi, yükselme
    ümmîd-i tereffu': yükselme umudu
    ecsâd: cesetler, cisimler, gövdeler
    nâsiye: alın, cephe
    pâk: temiz
    ü: ve
    dirahşan: parıldayan, parıltılı, parlak
    şehr: kent, şehir
    müebbed: sonsuza kadar, sonsuzca
    fâcire: erkeğe düşkün kadın, günah işleyen kadın, kötü kadın
    dehr: çağ, dünya, evren
    fâcire-i dehr: dünya orospusu, evrensel orospu
    debdebe: görkemli gürültülü patırtılı gösteriş
    tantana: gürültülü parıltılı şatafatlı gösteriş
    kal'a: kale
    dahme: mezar, türbe
    mersûs: dayanıklı, direngen, sağlam
    havâtır: anılar, hatıralar
    dahme-i mersûs-ı havâtır: anıların sağlam mezarı
    ma'bed: tapınak
    gırre: yok yere övünen, gafil, gereksiz gurura kapılan, övüngen
    dîv: cin, dev, ifrit, şeytan, kötülüğü temsil eden varlık
    mukayyed: bağlanmış, bağlı
    mâzî: geçmiş
    âtî: gelecek
    nakletmek: anlatmak, bir başkasına anlatmak
    me'mûr: görevlendirilmiş, görevli
    sûr: sur, kentleri çeviren yüksek duvarlar
    kafile-i sûr: sur kafilesi, sur silsilesi
    mebânî: binalar, yapılar
    münâcât: Tanrı'ya dua etme, yakarma
    mebânî-i münâcât: Tanrı'ya yakarma yapıları, tapınaklar
    mahmil: sepetli yüklük, sepetli eyer, yük taşıyan, yüklü armağan
    ezkâr: sözler, yinelenen yakarılar
    mahmil-i ezkârı: sözlerini taşıyan, yakarılarını yineleyip duyuran
    minârât: minareler
    sakf: çatı, dam
    medrese: din eğitimi verilen okul
    zıll: gölge
    zıll-ı siyâh: kara gölge
    te'mîn etmek: elde etmek, sağlamak
    sâil: dilenci, dilenen
    sâbir: sabreden, sabırlı
    sâil-i sâbir: sabırlı dilenci
    rahmet: Tanrı'dan bağışlama, esirgeme dileme
    mekaabir: mezar taşları
    elvah-ı mekaabir: mezar taşları tabloları, mezar yazıtları
    pür-velvele: gürültü patırtı dolu, şamata dolu, şamatalı
    yâd: anma, anı, anış
    iykâz etmek: aklına getirmek, uyandırmak
    sâmit: konuşmayan, sessiz, suskun
    sâkin: durgun
    ecdâd: atalar, dedeler
    ma'reke: cenk yeri, savaş alanı, savaşılan yer
    tîn: balçık, çamur
    gubâr: toz
    ma'reke-i tîn ü gubâr: çamur ve tozun savaş alanı
    rahne: bozulan, bozuk yer, gedik, yıkık
    vak'a: olay
    vîrâne: yıkık yapı kalıntısı, yıkıntı
    mekmen: pusu kurulan yer, pusu yeri
    hâb: ölüm, uyku, son uyku
    eşirrâ: kötüler, it kopuk sürüsü
    mekmen- i pür-hâb-ı eşirrâ: uykulu it kopuğun pusu yeri
    ber-pâ: ayakta, ayakta duran, yıkılmamış
    mâtem-i ber-pâ: yıkılmamış yas
    temsîl etmek: örneği olmak, simgelemek
    âsûde: huzurlu, rahat, sessiz
    fersûde: eskimiş, yıpranmış
    mesâkin: konutlar, meskenler
    mavtın: oturulan, yaşamın sürdürüldüğü yer, vatan
    gam-dîde: gamlı, kaygılı, tasalı
    merâret: acılık, tatsızlık
    mi'de: mide
    tekâza: çekişme, çıkışma, kakma, sıkıştırma, takaza
    zehr-i tekâzâ: sıkıştırmanın zehri
    zillet: alçaklık, aşağılık, aşağılık davranışlar
    bel'eyleyen: içine alan, yutan
    efvâh: ağızlar
    kadîd: bir deri bir kemik kalmış, kurumuş, sıska, sıskası çıkmış
    efvâh-ı kadîde: kurumuş ağızlar
    fazl: bağış, kerem
    fazl-ı tabîat: doğanın bağışı, doğanın bağışladığı
    âmâde: hazır
    mün'im: bakıp besleyen, nimet veren, yediren içiren
    fıtrat: yaradılış
    makrûn: kavuşmuş, ulaşmış
    âtıl: devinimsiz, duran, tembel
    âkim: dölü olmayan, kısır, verimsiz
    ni'met: Tanrı'nın sunduğu yiyecek, içecek; yaşam için gerekli şeyler
    esbâb: nedenler, sebepler
    rehâ: kurtuluş
    esbâb-ı rehâ: kurtuluş nedenleri
    züll: alçalma, düşkünlük, horluk
    tevekkül: işi Tanrı'ya bırakıp yazgıya katlanma
    züll-i tevekkül: yazgıya katlanma düşkünlüğü
    mürâyi: iki yüzlü
    savt: ses, ün
    kilâb: köpekler
    savt-ı kilâb: köpeklerin sesi
    şeref: onur
    nutk: insanoğlunun konuşma, söz söyleme yetisi
    şeref-i nutk: konuşma onuru
    mümtâz: seçkin, başkalarına göre üstün tutulmuş
    tel'in eden: lanetleyen, kargıyan, kargışlayan
    âvâz: bağırtı, çığlıkça, yüksek ses
    girye-i bî-fâide: yararsız gözyaşı, boş yere akıtılan gözyaşı
    hande: gülme, gülüş
    zehrîn: acı, zehir gibi
    hande-i zehrîn: acı gülüş, zehir gibi gülüş
    nâtıka: insanoğlunun düşünüp söyleme yetisi, düzgün konuşma; 
    dirayetli, dokunaklı düzgün söz söyleme, doğru düzgün sözler
    acz: güçsüzlük, zor durumda olma
    nâtıka-i acz ü elem: güçsüzlük ve elem bildiren sözler
    nazra: bakış
    nefrîn: kargıyan, lanet okuyan
    nazra-i nefrîn: kargıyan bakış, lanetleyen bakış
    cevf: iç, içine yönelen, oyuk, oyulmuş
    esâtîr: efsaneler, mitolojik masallar
    cevf-i esâtîre: efsanelerin içine
    kıble: zor durumda kalınınca başvurulan kapı, Müslümanların namazda yöneldiği yan
    ikbâl: baht açıklığı, yüksek onura ulaşma durumu
    kıble-i ikbâl: yükselme kapısı
    reh: yol
    pâ-bûs: ayak öpme, ayak öpen
    reh-i pâ-bûs: ayak öpme yolu
    havf: korku, ürkü
    müsellâh: silah kuşanmış, silahlı
    havf-1 müsellâh: silahlı korku
    hasârât: hasarlar, zararlar
    râci': -den dolayı, ilgili, o yüzden
    şekve: şikayet, yakınma
    tâli': kısmet, talih
    şekve-i tâli': talihten yakınış, talihten yakınma
    masûniyet: dokunulmazlık, korunma
    makrûn: ulaşmış, yakın, yaklaşmış
    hakk-ı teneffüs: soluk alma hakkı, yaşama hakkı
    efsâne-i kanûn: yasa efsanesi, (şiirde, anayasa masalı)
    va'd: söz, vaad
    muhâl: olmayacak, olanaksız
    vad'i muhâl: gerçekleşmeyecek vaad, olmayacak vaad, olmayacak söz
    ebedî: sonsuza dek sürecek
    kizb: yalan
    muhakkak: belli olmuş, gerçekliği araştırılmış, kesin
    kizb-i muhakkak: bilinen yalan
    mütemâdî: aralıksız, her zaman
    savlet: saldırma
    evhâm: kuruntular
    savlet-i evhâm: kuruntuların saldırısı
    bîtâb: bitkin, güçsüz kalma, halsizlik
    tahassüs: duygulanma, etkilenme, içlenme
    bî-tâb-ı tahassüs: duygulanmaktan bitkin
    temdîd edilen: süresi uzatılan, uzatılmış
    gûş: kulak
    tecessüs: anlama merakı, gizlice öğrenmeye çalışma
    bîm: korku
    bîm-i tecessüs: dinlenme, gözlenme, izlenme korkusu
    gayret-i milliye: ulusal çaba
    mebgûz: nefret edilmiş
    muhakkar: hakaret edilmiş, hakir görülen, hor görülmüş
    seyf: kılıç
    mahkûm-ı siyâsî: siyasal mahkum
    behre: kısmet, nasip, pay, üleş
    fazl: erdem, kerem, üstünlük
    behre-i fazl ü edeb: erdem ve edebin payı
    mensî: bellekten gitmiş, unutulmuş
    çehre-i mensî: unutulmuş yüz
    bâr: ağırlık, yük
    hazer: çekinme, korku, sakınma
    bâr-ı hazer: korku yükü
    me'lûf: alışkın, alışmış, huy edinmiş
    eşrâf: ileri gelenler
    tevâbi': uşaklar, yardakçılar
    unsur: öğe, bir bütünü oluşturan her bir parça
    ma'rûf: herkesçe bilinen, ünlü
    unsur-ı ma'rûf: ünlü parça, ünlü öbek
    re's: baş
    fürûberde: aşağı eğilmiş
    re'si fürûberde: eğilmiş baş
    ta'kîb: izleme
    mâder: ana, anne
    hicranzede: ayrılık acısı çeken
    mâder-i hicranzede: ayrılık acısı çeken ana
    hemser: arkadaş, aynı kafada, eş, eşlik eden
    muğber: dargın, gücenik, kırgın
    hemser-i muğber: gücenik eş
    âvâre: başı boş
    hâile: facia
      
    Şiirin Tahlili:

    Birkaç şiiri dışında manzumelerinde genelde karamsar ve sürekli bir melâ-li işleyen Fikret’in Sis adlı şiiri devrin sosyal ve siyasal panoramasını veren önemli metinlerden biridir. Hayatının önemli bir bölümü Sultan 11. Abdülhamid istibdadı altında geçen şairin bu idare ile olan mücadelesini manzumelerinin dünyasıyla sınırladığı ve ancak bir sanatçı olarak şiirini muhalif tavrının vasıtası olarak kullandığı bilinmektedir. Muhalif aksiyon tavır açısından Tanzimat nesli ile Servet-i Fünûn nesli arasındaki fark buradan kaynaklanmaktadır. Tanzimat nesli daha çok dışa dönük ve aktif bir muhalefet yürütürken sonraki kuşak kendi içine kapanıp durumun kendiliğinden düzelmesini beklemeyi tercih etmiştir. Bu bakımdan onlarda jöntürklerin hırçın ve kararlı muhalefetini göremeyiz. Yurt dışına seyahat ya da eğitim amacıyla çıkıp (Halid Ziya, Cenab Şahabeddin) oralardaki izlenimlerini yazmakla yetinmişlerdir. Fikret ise ömrünün sonuna kadarİstanbul’da yaşamış, kendi dünyasım bu şehirle sınırlamıştır. Kuvveden fiile geçemeyen, ütopyalar, hayaller ise tatlı birer anı olarak kalacaktır.

    inzivasını plânlarını kendi çizip yaptırdığı ve Aşiyan (kuş yuvası) adım verdiği evinde oluşturan Fikret’in burada da rahat bırakılmayıp göz hapsinde tutulması zaten içinde var olan öfkeyi kısa, zamanda nazma dökmesine vesile olmuştur denebilir.

    Fikret şiirini çoğu kez büyük tabiat ile kendi tabiatı arasındaki münasebet üzerinde kurar. Sis manzumesinde bir şubat günü İstanbul’un üstüne çökmüş yoğun sis ile kendi içindeki sisin arasında sıkışmış ve tepkisini şiirle dışarıya vuran bir yüreğin atışları duyulur. Ruşen Eşref Unaydm, Tevfik Fikret adlı eserinde bu manzumenin yazılmasında rol oynayan bir başka hususa 'dikkati çekiyor.

    "O sıralarda bir polis her gün evini gözaltında bulundururmuş, rutubetli bir şubat günü sis denize olanca kesafeti ile çökmüş. Akşama kadar suların üstünden sıyrılamamış. Polisin duvarı ile sisin duvarı arasmda kalan şair, o gün bütün bir devri bütün dertleriyle duymuş." 17

    İşte Sis şiiri şairin yıllardır içine biriktirdiği sis ile dışındaki sisin arasında kalmasının doğurduğu duygu halinin manzarasıdır. Servet-i Fünûn dergisinin kapatılmasından sonra birçoğu şairin mizacından doğan küskünlükler içinde Âşiyan’a çekilir. Çevresinden kopmuş, neredeyse kendisini toplumdan tecrid etmiştir. İşte Sis böyle bir ruh hali içinde kaleme alınmıştır. Sis metaforu şairin devri lanetlemek için Hande-i Bûm (Baykuş Gülüşü) şiirinde -kullandığı baykuş metaforundan daha güçlü ve kapsamlıdır. Bütün bir şehir şairin güzel hatıralarının geçtiği mekân olarak değil de ıstırap ve melankolilerinin kaynağı olan lanetli bir mekân olarak betimlenir. Şair iyimser değil karamsardır. Yaşadığı şehre böyle nefretle bakmak daha önce bir başka çalışmamızda temas ettiğimiz gibi Fikret’e Fransız şair Charles Baudelaire’den gelme bir etkidir.18 19

    Şair manzumesine karamsar bir tablo ile başlar. Gittikçe artan beyaz bir karanlık, bir inatçı duman bütün ufukları sarmıştır. Bütün cisimler bu sisin tazyiki altında silinmiş, bütün levhalar şimdi tozlu bir yoğunluktan ibarettir. Bu öyle tozlu ve heybetli yoğunluktur ki bakışlar onun derinliğine bakmaktan korkar.

    Bu betimleme tabiatıyla şairin ruh halini aksettirir. Fakat bu betimlemeden sonra gelen,

    Lâkin sana lâyık bu derin sütre-i muzlim,
    Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!

    dizeleri şairin bir tabiat durumunu değil de bir bedduayı andıran nefretini okuruz. Bu karanlık ve derin örtü zulümlerin işlendiği bu şehre lâyıktır, müstahaktır.

    Bu dizelerden sonra şair nefretini kusmaya devam eder.

    İstanbul, Şark’m evvelden beri imrenilen en eski kraliçesi, kanlı sevişmeleri, titremeden, tiksinmeden, süfli lezzetlere susamış, Marmara’nın mavi kucağı içinde ölmüş gibi dalgın uyuyan, köhne Bizans, büyüleyici bunak, bin kocadan arta kalan dul kızdır.

    İstanbul, hariçten ve uzaktan açılan süzgün lacivert gözleriyle kirli kadınlar / fahişeler gibi cana yakın görünmektedir.

    İstanbul daha kurulurken sanki hain bir el lânetin zehirli suyunu onun yapısına katmış, zerrelerinde hep ikiyüzlülüğün pislikleri dalgalamr, onların içlerinde asla temiz bir zerre bile bulunmaz, hep ikiyüzlülüğün, çekememezliğin, yükselme hırsının kirliliği vardır. Bunca barındırdığı insan arasında parlak ve temiz alınlı bir tek kimse yoktur.

    O halde bu şehir pisliklerini göstermemek için bu ağır sisle örtünmelidir. İyice kapanmalıdır.

    İstanbul, içinde debdebelerin, tantanaların, şanların, alaylann, katil kulelerin, kaleli, zindanlı sarayların; hatıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran camileri, dişleri düşmüş bir ucube gibi sırıtan surlar, kubbeler, şanlı yalvarma kapılan, doğruluğun sözlerini taşıyan minareler, basık tavanlı medreseler, mahke-mecikler, selvilerin kara gölgelerinde kendilerine yer eden dilenci kalabalığı, geçmişlere rahmet diye yazılı mezar taşlan, türbeler, oralarda yatan dedeler, tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar, viraneler, harap ve sessiz evler, her biri bir leyleğe yuva olan kederli ocaklar, midelerinin zorlaması üzerine herşeyi yiyen ağızlar, tabiatın bereketi ve nimetleriyle dolu bir hayata sahip iken her nimeti ve kurtuluş sebebini gökten dilenen tevekkül sahipleri, köpek havlamaları, ey faydasız ağlayışlar, zehirli gülüşler, aczin ve kederin açık ifadesi nefretli bakışlar, ancak masallann bildiği namus, ikbal kıblesine giden ayak öpme yolu, dulla-nn ve öksüzlerin ağzındaki silâhlı korku, tutulmayan sözler, mahkemeden sürekli kovulan doğruluk, vicdanlara uzatılan gizli kulaklar, işitilmek korkusuyla kilitlenmiş ağızlar, nefret edilen, aşağılanan milli gayret, kılıç ve kalem denilen iki siyasi mahkûm, korku yüzünden iki büklüm gezmeğe alışmış, zengin fakir herkes, koca millet, taze kadın ve onu takip eden genç, kimsesiz, başıboş çocukların olduğu bir lânetli şehirdir.

    Şairin bu kadar bedbin bir bakış açısıyla çizdiği tablo bir Sodom ve Gomore manzarasını andırmaktadır.

    Ahmet Hamdi Tanpınar, Sis şiirine yüklenen muhtevanın belki en doğru tespitini yapar:

    "Sis bir infiâl anının, herhangi bir istiâre ile ifadesi değildir. Belki Abdülhamid devrinin bir hasta odasını andıran vehimli Istanbul'unun geniş bir visionda toplanmış bütün bir romanıdır." 20

    Sis şiiri Fikret’in İstanbul’a, imparatorluğun bu gizemli ve efsunlu başkentine bir ‘şehirli’ olarak, sitem, lânet, aşağılama ve nefret hisleri ile doludur. Şairin bu kadar karamsar olmasının şüphesiz kendince haklı sebepleri vardır. İstikbale dair hiçbir beklentisi gerçekleşmeyen ve oğlunun neslini ülkenin kurtarıcısı olarak tasavvur eden bir şairin sürüp giden bir dizi hayal kırıklıklarının oluşturduğu bunalımların sisi dışarıdaki sisle birleşince ortaya bu bedbin manzara çıkmıştır. Dışarıdaki sise Fikret’in içindeki sis refakat eder. Dışarıdaki sis yakında dağılacaktır. Fakat şairin içindeki sisin dağılıp dağılamayacağını ya da daha da derinleşip yoğunlaşarak Tarih-i Kadîm’i yazacak raddeye geleceğini tahmin etmek güç değildir.

    Fakat şairin İstanbul’a yönelttiği bütün bu suçlamalar nedensiz değildir. Manzumenin devamında şairin İstanbul’u daha en baştan niçin bu kadar hırçın ve öfkeli ifadelerle suçladığını anlarız. Fikret, sisin arkasından içindekileri görür. Sis'te şehir görünmez fakat şair şehri avucunun içi gibi olup bitenleri olduğu gibi bilmektedir.

    Şairin döküp saydığı şeyler arasında İstanbul’un Bizans dönemine dair olanlarla bir Türk şehri olduktan sonra geçirdiği serüvenler de vardır. Bütün o haşmetli ve heybetli zamanlarının altında zulüm ve kanlı eylemler vardır. Bütün bu acı manzaraların görünmemesi ve tarihin derinliklerine gömülmesi için şair durmadan lanet okumaya devam eder:

    Örtün, evet, ey haile... Örtün, evet, ey şehr;
    Örtün, ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..


    Fikret’in İstanbul hakkındaki nefret dolu dizelerinin büyük bir kısmı ne yazık ki son döneme aittir. Abdülhamid döneminin iflah olmaz bir düşmanı olan şair, şehri de bu idarenin bir işbirlikçisi gözüyle görmeye başlar. Bu kadar haşmet ve heybet içinde, imparatorluğa başkentlik etmiş bir medeniyet merkezi olmuş bu şehirde hiçbir güzel şey yoktur. Her şey bir karabasan idarenin yardımcısı mekânlardır. Seyredenleri hayrette bırakan ve büyük bir hayranlık saçan camiler, saraylar, medreseler, adalet binaları birer fenalık mekânlarıdır. Her yerde bir matem ve karabasan havası egemendir. Bu manzaraya bir de şairin “Ey” nidalarıyla devam eden ve muhatabını mahkûm eden bir tavırla kaleme alınmış dizeleri sıralanır.

    Ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn
    Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kanun;
    Ey va'd-ı muhal, ey ebedî kizb-i muhakkak,
    Ey mahkemelerden mütemadi sürülen hak;
    Ey savlet-i evham ile bî-tâb-ı tahassüs
    Vicdanlara temdid edilen gûş-i tecessüs;
    Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
    Ey gayret-i milliyye ki mebğûz ü muhakkar;
    Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî;
    Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensi;


    Şairin İstanbul’u kaplayan yoğun sisin altında gördüğü şeyler bunlardır. Sis dağılacak ve bütün bunlar tekrar görünecektir. Tabiatın sisi dağılacak istibdadın sisi devam edecektir. Şairin söylemek istediği de budur. Fakat bu manzara içinde şairin en korumasız ve kimsesiz bulduğu çocuklardır. Sisin ve istibdadın yükünü kaldıramayacak zayıflıkta olanlar onlardır.

    Ey mâder-i hicrân-zede, ey hem-ser-i muğber;
    Ey kimsesiz, âvâre çocuklar., hele sizler,


    Hele sizler...

    Örtün, evet, ey haile... örtün, evet, ey dehr;
    Örtün, ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...


    Şair İstanbul’un idindeki bütün insan, eşya ve olayları tamamen kendi ruh halinin penceresinden görerek değerlendirmektedir. En büyük özelliği değişkenlik olan ruh halinin rüzgârına terk edilen bir bakış açısının sağlıklı olamavacağı kesindir. Aynı Fikret çocuklar için Şermin adlı şiir kitabım yazacak • aynı dönemde yaşayan bu çocukları hayata ve geleceğe bağlayacak öğütle . ^lkin edecektir. Sanatının kudretini tamamen durmadan değişen ruh halinin i” ırdan alan Fikret, dizginlenmemiş heyecanlarının mağlubu bir şair olarak edebiyat tarihindeki yerini alacaktır. Öte yandan ıstırabım duyduğu herhangi bir durumu şiire yansıtma yürekliliğini gösteren bir entelektüel olarak da tarh önünde hak ettiği değeri alacaktır.

     
  • YOUTUBE KANALIMI ZİYARET EDİN

    Youtube'da seslendirdiğim şiirleri paylaşıyorum. Youtube kanalıma da abone olursanız sevirim.

    Video Of Day

    ADRES

    Kağıthane/İstanbul

    EMAIL

    omersalihgul@gmail.com
    omersalihgul@hotmail.com