bütün bir çocukluğum
üstelik bunu ben dememiştim..
yanılmışlığın yer çekimine kapıldım
epey bir zaman oldu
hem zaman uzar gider bazen
bir düş'ün düşüşünden ibaret iken
"günümüz" dediğim her birşey
yanılmışlığın yer çekimindeyim işte
kendime bir şeyler anlatmakla geçiriyorum
günlerimi...
dingin bir nehir akıp geçiyor
çocuklukların orta yerinde
dinginliği en çok kendine
yarım kalmış
sonları unutulmuş hikayeler
dinginliğini yitirmektendir aslında
Buz tutmuş dereleri geçerken
yanılmışlığın yerçekimine kapıldım
bıraktığım yerde değilim...
yanılmışın kaderi de kederi de birdir
pazusunda muska taşıyan her çocuk bilir bunu
üstelik yankısı sessiz
kuyusu derindir
kapanmış bütün kapıların sırrıyla
İnsan tek başına neye benzer
sır bildiklerimiz
akmasını unutmuş sulardır oysa...
biriktirdiğim güzel kelimelerin hatrına
her sabah
yeniden
kağıttan gemiler yüzdürüyorum
ıslanınca batıveren
ah,
O eski zamanlardaki ben demişti bir defasında
yenilmek, yanılmaya yeğdir diye
yanılmak ve çocukluk diyorum ya
siz onu
Rüstemé Zal'ın uzaklara dalışı anlayın
Mirza Méhemed'in çaresizliği diye bilin...
bir ömrü yaşamak bile
topladığım güzel kelimelerin hatrınayken
herşey
yankısını yitirmiş bir sesten ibarettir.
kimin ettiği beddua buldu
kimin ardında bıraktığı yalnızlığı denk geldi
kimsenin benden ötesi yok ki bende
sakinliğimi yitirdiğim yerlerim ağrıyor usul usul
karganın bitmez ağıdı
serçenin feryadı gibi...
mesela ben
yanlış anlatılmışım pek çok dilde
kaderin kederine dair dediklerim gibi
yankısını yitirmiş sesler diyarı gibi
ah'ımın görünmezliği üzerine yemin ederim
Ben seçmedim olmamışlıkları...
Farisi bir çingenelik var içimde
O da ne kadar mümkünse işte
zil ve tef
tef ve yol
yol ve unutuş.
ardımda bıraktıklarım
nasıl olur da hep önümde durur
jilet gibi zılgıt
zılgıt gibi keskin
ve her şey göçüp giderken
nasıl olur da yalnızlık bu kadar baki...
kıyamet kopsun diye bekliyorum
başka bir işim yok şimdilerde
gücenmeyin bana...